T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kültür üretemeyenler, yok olmaya mahkumdur

Belki yazının sonunda söylemem gereken şeyi, en azından yazıyı okurken zihni uyanık ve canlı tutması bakımından yazının başında söyleyeyim: Türkiye'de İslam'la, İslam kültürü ile yaratıcı ilişkiler kurul(a)madığı sürece, özgün bir düşünce geliştirebilmek; kültürde, sanatta ve düşüncede dünyaya yeni bir dil armağan edebilmek, dünya çapında özgün düşünürler, sanatçılar yetiştirebilmek hayaldir ve imkansızdır. Burada önyargılı veya saplantılı hareket etmediğimi birazdan kültürün doğası, dinamikleri, kendini –yeniden- üretiliş ve ifade ediş biçimleri konusuna baktığımızda net bir şekilde görmeniz mümkün olacaktır.

Burada söylediğim şeyin bir anlam ifade edebilmesi için önce bir kültür tanımı yapmam gerekiyor. İçinde yaşadığımız kaotik ve belirsiz ortamı da gözönünde bulundurarak, (aynı zamanda bu kaotik ortamı anlamlandırmamıza da yarayacak ve katkıda bulunacak şekilde) kültürü şöyle tanımlayabiliriz: Kültür, unutturulamayan şeylerdir.

Bu tanımlama, ilk bakışta, pek anlaşılamayacak bir tanımlamadır. Bu tanımlamayı daha iyi nasıl anlaşılabilir kılabiliriz?

"Bir kültür'de değişen ve değişmeyen şeyler nelerdir?" İşte bu soru, tanımlamamızı daha iyi anlaşılabilir kılabilecek bir ilk adım olabilir.

Kültürün iki temel ekseni vardır: Birincisi, aslî (kurucu) eksen. İkincisi ise arızî (aslî unsurları veya dinamikleri taşıyıcı / değişken) eksendir.

Bir kültürde değişen şeyler, o kültürün arızî unsurlarnı; değişmeyen şeylerse, kültürün kurucu ve dolayısıyla aslî unsurlarını oluşturur.

Tartışmamızı son noktadan yani aslî / kurucu sürdürelim. Bir toplumun Tanrı, insan, kainat, toplum, tarih / zaman anlayışını kültürün aslî / kurucu dinamikleri tanımlar, belirler ve ifşa eder (=ele verir ya da dışa vurur). Bu dinamikler, kurucu dinamiklerdir ve kültürün aslî unsurlarını oluşturur. Kültürün aslî / kurucu unsurları veya dinamikleri, bir toplumun ruhunu belirler ve şekillendirir; anlam haritalarını sunar. Anlam haritaları toplumun zihin ve davranış kalıplarını yönlendiren bir yol haritası işlevi görür.

Kültürün arızî (değişken) unsurları ise, bir toplumun iskeletini oluşturur. Siyasi, toplumsal ve ekonomik yapılar / pratikler, kültürün arızî unsurlarıdır. Bir kültürün aslî / kurucu unsurları ile arızî / taşıyıcı unsurları mutlaka etkileşim halinde olmak zorundadır.

Bir toplumun varlığını sürdürebilmesi; kültürde, sanatta, düşüncede dünyaya özgün şeyler armağan edebilmesi; kültürün aslî unsurlarını, kurucu dinamiklerini, anlam haritalarını dolayısıyla toplumun ruhunu sürgit canlı tutabilmesi ile mümkündür. Bir toplumun ruhu demek olan ait olduğu kültürün aslî unsurları veya kurucu dinamikleri varlığını ve canlılığını sürdürebildiği ölçüde ve oranda, o toplum, dünyada yaşanan yeni gelişmeleri ve oluşumları anlamlandırabilir ve karşı karşıya kaldığı sorunları hal yoluna koyabilir.

Bir toplumun aslî / kurucu dinamiklerinin yansıma alanı olan kültürel süreçle; arızî / taşıyıcı dinamiklerinin siyasi, toplumsal ve ekonomik süreç aynı şeyler değildir. Kültürel sürecin varoluş alanı, siyasi / toplumsal / ekonomik sürecin varoluş alanından daha geniş ve kapsamlıdır. Kültürel süreç, belli bir zaman'la ve mekanla sınırlı değildir. Oysa siyasi, toplumsal ve ekonomik süreçler / yapılar her zaman belli bir zamanla ve mekanla sınırlıdır.

Kültürel süreç (=anlam haritaları / kurucu-aslî dinamikler) her ne suretle olursa olsun yok edilemez; sadece bastırılabilir. Bastırılan aslî dinamikler, bilinçaltında varlığını sürdürürler ve toplumun davranış ve zihin kalıplarını belirlemeye devam ederler.

Eğer bir ülkede kültürel süreç (yani aslî dinamikler), siyasi / toplumsal / ekonomik süreçler tarafından yok edilmeye çalışılırsa, ortaya –tıpkı şu an Türkiye'de olduğu gibi- yapay ve zoraki bir çatışma çıkar. Bu çatışmadan uzun vadede yaratıcı ve yapıcı / kurucu bir sonuç alınabilmesi imkansızdır. Bu çatışma, sadece yıkıcı, kaos oluşturucu; bir toplumun yürüyüşünü engelleyici veya erteleyici bir sonuç üretir. Topluma, zamanını şaşırtır ve toplumu bir süre tarih / zaman dışına iter.

Tarih ve zaman dışına itilen bir toplumun özne olabilmesi, zamana / tarihe aktif, belirleyici, yönlendirici ve yaratıcı bir şekilde müdahale edebilmesi ve yön verebilmesi imkansızdır. Böylesi toplumlar, tam tersine başka aktörler tarafından sürekli müdahalelere maruz kalmaktan ve yönlendirilmekten kurtulamazlar.

Ama eninde-sonunda, kültürün aslî / kurucu unsurları, fırsatını bulduğu an, bu unsurları yok etmeye çalışan aktörlere şaşırtıcı şakalar yaparlar. Örneğin tüm engellemelere rağmen müslümanlığın bu toplumda son 30 küsur yıldan bu yana bu toplumun temel kimlik ve dünya tasavvuru kaynağı olarak hatırlanmasının ve bu fenomenin kısa denebilecek bu sürede kitleselleşebilmesinin ve dolayısyla İslam'ın anlam haritalarını etkisiz hale getirmek için girişilen tüm çabaları püskürtebilmesinin nedenleri burada gizlidir. Yine Sovyet komünizmi deneyiminin beklenmedik bir şekilde tarihe karışması da söylediklerimizi doğrulayacak bir örnektir.


9 Ocak 2002
Çarşamba
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED