Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan geçtiğimiz iki haftayı Dubai ve Amerika'da yatırımcılarla uluslararası ekonomi kuruluşlarıyla görüşmeler yaparak geçirdi. 50'nin üzerinde yatırımcıyla bir araya geldi ve onlara Türkiye ekonomisinin değişen yüzünü ve sunduğu yeni fırsatları anlattı. Babacan, henüz hükümet kurulmadan da bu tür görüşmeleri yapıyor ve Ak Parti'yi merak eden finans çevrelerinin sorularını cevaplıyordu. Şimdi, aynı kişilerin önüne o günlerde söylediği sözlerin uygulayıcısı olarak çıkıyor.

Amerika dönüşü görüştüğümüz Babacan Türkiye'nin giderek pozitif bir görünüm kazanmakta olduğunu söylüyor. "Bu insanlarla seçimlerden önce de konuşmuş ve onlara yapacaklarımızı tek tek anlatmıştım. Şimdi karşılarına, söylediklerimizi yapan birisi olarak çıkınca bize olan güvenleri katmer katmer artıyor. Dolayısıyla, Türkiye'ye olan güven de artıyor" diyor.

Olumlu görüntünün ortaya çıkmasında Türkiye'nin IMF politikalarına uyumunun ne kadar etkili olduğunu da analiz etmek gerekiyor. Ki, kimileri için bu durum hükümetin büyük ölçüde IMF'ye teslim oluşundan kaynaklanıyor. Babacan, bu yoruma şu cümlelerle itiraz ediyor.

"Herkes şunu çok iyi bilsin ki biz IMF'ye teslim olmuş değiliz. Sadece doğru olduğuna inandığımız şeyleri kabul ediyoruz. IMF bir taleple geliyor, ben de bunun için önce arkadaşlarımızı ikna etmeleri gerektiğini söylüyorum. Dördüncü gözden geçirme görüşmelerinin uzamasının nedeni de budur."

Babacan, IMF ile işbirliğinin Türkiye için artık tek taraflı bir ilişki olmaktan çıktığını belirtiyor.

Bu noktada, Dubai'de imzalan 8,5 milyar dolarlık krediyi de konuşmak gerekiyor. Türkiye, Amerika'dan itibarını sarsacak kadar problemli mi yoksa sıradan bir kredi mi alıyor? Anlaşmanın arka planının ve sınırlarının kamuoyuna, açık bir dille ifade edilmesi gerekiyor. Babacan da bunu yapıyor:

"8,5 milyar dolarlık kredi konusu baştan beri yanlış anlaşıldı. ABD bu krediyi, Ek Bütçe Kanunu ile 16 Nisan'da Kongre'den geçirdi. Hemen o gün de kredi şartları web sitesinde yayınlandı. Yani ortada, gizli saklı birşey yok. Orada ne yazılıyorsa da anlaşmaya o konuldu. Anlaşmanın bu kanuna referans yapmasından daha doğal ne olabilir!"

Peki, kredi Türkiye'nin Irak politikasını bloke edebilir mi? Ekonomi Bakanı, altını çize çize şunları söylüyor: "Anlaşma Irak'ta ABD ile işbirliğine paralel ve Irak'ta işbirliği tanımlanırken de iki örnek verildi. Bir tanesi Türkiye'nin Kuzey Irak'a tek taraflı olarak girmemesi ikincisi de insani yardım konusunda işbirliği yapmaktır. Amerika'nın kasdettiği, Washington'la mutabakata varılmadan Kuzey Irak'a girilmemesidir. Ayrıca, bu krediyi kullanıp kullanmama opsiyonumuz açıktır. İşimize gelirse kullanırız, gelmezse kullanmayız, bu kadar basit. Ve anlaşma şarlarını yerine getirmezsek krediyi kullanmayız, olur biter. Zaten orada yazılı şartları yerine getirme taahhüdünde bulunmadık. Şartlara uymazsak vermeyin o zaman... Ayrıca, bu parayı ne 2003 ne de 2004 için 8,5 milyarı hesaba katmıyoruz. Bizim için sadece, yedekte bir imkandır ve ucuz bir kredi avantajıdır."

Bu açıklama 8,5 milyar doların taşıdığı anlamı ortaya koymaya yetiyor. Kredi, hesaplara da dahil edilmediğine göre galiba, bu saatten sonra yapılacak en mantıklı iş o parayı kullanmamaktadır.

Babacan'la DEHAP davasını, yani YSK "muhtemel" kararının "muhtemel" etkilerini de konuştuk. Olaya ekonomi-politik açıdan bakış şöyle:

"DEHAP davasından birşey çıkacağını zannetmiyorum. Ama bir kaza olursa da istikrarın bozulması mümkün değil. Çünkü; herkes biliyor ki her yol Ak Parti hükümetine çıkıyor. Zaten ekonomideki çizgimiz bellidir. Daha da güçlenerek gelir, işimize bakarız. Piyasalar da Yargıtay kararını kolaylıkla tolore ettiler. Göstergelerde geçici ve küçük bir değişiklik yaşandı o kadar. Bir kriz ihtimali olsa piyasalar daha sert tepki verirdi."

MUSTAFA KARAALİOĞLU

Künye

Temsilcilikler

Abone Formu

Mesaj Formu