AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
K R O N İ K  M E D Y A
Hüsnü Mübarek seçimden
zaferle çıktı!

Mısır halkı, Hüsnü Mübarek'i 6 yıllığına daha saraya gönderdi. Mübarek, kayıtlı seçmenin yüzde 23'ünün oylarının yüzde 88.7'sini aldı ancak, cumhurbaşkanı seçilmesi "iç medya"nın ilgisini pek fazla çekmedi. Neyse, problemli de olsa bu "çok adaylı" ilk cumhurbaşkanı seçimi yine de "demokrasi" yolunda bir ilerlemedir. Mübarek'in "tek aday" olarak girdiği 1999 seçiminde oyların yüzde 93.79'unu toparladığı hatırlanınca, bu seçim "karınca kararınca" olsa da bir ilerlemedir.... Mübarek'in oylarında 5 puanlık bir düşüş; hiç de fena sayılmaz doğrusu...

Medyamızın geçen hafta Mısır'da yapılan cumhurbaşkanı seçimi ile yeteri kadar ilgilendiğini söyleyemeyiz. Bu ilgisizliğin nedeni -belki de- Mübarek'i 5. kez bir 6 yıl için daha cumhurbaşkanlığına taşıyan seçimin kendisine ülkesinin tarihindeki benzer seçimleri hatırlatmasıdır...

Mısır'daki cumhurbaşkanı seçim sonuçları 9 Eylül'de açıklandı. Aynı gün internet üzerinden yayında olan ve çok girilip-çıkılan bir haber sitesi (HaberX) sonuçları şöyle duyuruyordu:

"Hüsnü Mübarek, cumhurbaşkanlığı seçiminden zaferle çıktı"(!)

Olabilir, kimseyi kınamak için söylemiyorum; belli bu haberi kaleme alan gazeteci arkadaşımız, sonucun Mübarek lehine, hem de yüzde 88.7'lık bir oy oranıyla sonuçlandığını öğrenince "Mübarek seçimden zaferle çıktı" başlığını atıvermiş... Gerçi başlığın hemen altında yer alan haber metninde "Seçimlerde, kayıtlı 32 milyon seçmenden yüzde 23'ünün oy kullandığı kaydedildi" gibi "zafer"i zaferlikten çıkaran bir bilgi vardı ama, olabilir demek ki dikkatsiz davranılmış...

Yani öyle bir cumhurbaşkanlığı seçimi ki, Mübarek'i kayıtlı seçmenin yüzde 23'ünün oylarının yüzde 88.7'sini aldığı için bir 6 yıl daha saraya yolluyor...

Söylediğim gibi, Mübarek'in 5. kez cumhurbaşkanı seçilmesi "iç medya"nın ilgisini pek çekmedi. Bu durumda acaba başkaları ne diyor bu işe diyerek Le Monde'u açtım önüme.

Al-Ahram ve Al-Akbar'ın tarafsız yorumları (!)

Buradaki başlık tabii ki çok daha yerindeydi: "Hüsnü Mübarek sürprizsiz bir biçimde Mısır'ın başına yeniden seçildi."

Gazete, Mısır'daki bu seçime epeyce yer ayırmıştı. Kampanya sırasında neler oldu neler bitti; Mısır'da hükümete yakın gazeteler sonucu nasıl değerlendirdiler; Mübarek nasıl birisidir vs gibi pek çok önemli konu gözden geçiriliyordu.

Bu çerçevede, Al-Ahram ve Al-Akbar gazetelerinin "Mübarek halkının güven ve desteğini elde etti" diye yazdığını da öğrenmiş olduk. Mısır'ın önemli iki gazetesinin "tarafsızlığı"na siz karar verin artık!

Fransız gazetesinin şu Mübarek tanımı çok yerindeydi doğrusu: "Otokratik Başkan". Ama açıkça söylemek gerekirse, gazetede bu çok yerinde tanımın yanı sıra şu çok yersiz tanıma da rastladım: "Değişim ve reform adamı"(!)

Biliyorsunuzdur mutlaka, Mısır'da iki hafta kadar önce yapılan cumhurbaşkanı seçimi ülke tarihinde ilk "çok adaylı" seçim olma özelliğini taşıyordu. Nitekim bu seçimde, Mübarek'in karşısındaki en ciddi aday olan liberal Yarın Partisi lideri Eymen Nur da oyların yüzde 7.3'ünü toplamış bulunuyor. Eymen Nur, bir taraftan "Bu seçimde hile var" derken, bir yandan da gerçek mücadelenin 2011'de kendisi ile Mübarek'in oğlu Cemal arasında yaşanacağını hatırlatıyor. Nur inşallah amacına ulaşabilir, çünkü ortada Mübarek'in 2-3 yıl içinde çekileceği ve yerini oğluna bırakacağı yolunda söylentiler dolaşıyormuş.

Neyse, problemli de olsa bu "çok adaylı" ilk cumhurbaşkanı seçimi yine de "demokrasi" yolunda bir ilerlemedir. Mübarek'in "tek aday" olarak girdiği 1999 seçiminde oyların yüzde 93.79'unu toparladığı hatırlanınca, bu seçim "karınca kararınca" olsa da bir ilerlemedir.... Mübarek'in oylarında 5 puanlık bir düşüş; hiç de fena sayılmaz doğrusu...

Babası avukat olmasını istiyormuş ama....

Mübarek ile epeydir ilgilenmediğim için unutmuşum; Mısır Cumhurbaşkanı gerçekten ilginç bir insan... Babası avukat olmasını istiyormuş ama o Askeri Akademi diye tutturmuş. "Çünkü" diyor onu çok yakından tanıyan birisi, "disiplin, ödev duygusu, hiyerarşiye saygı gibi değerlere uygun bir dünya arıyordu." Mübarek'in son derece "merkeziyetçi" bir yönetim sürdürdüğünde herkes hemfikir. Bakanlarının birer "piyon"dan ibaret olduğunu söylüyorlar. Parlamento, partiler ve sendikalar kontrolu altındaymış. Tek problem -bildiğiniz gibi- Müslüman Kardeşler. "Reis" çok acımazsız da aynı zamanda. 10 yıl içinde 68 idam cezası infazı ve hapishanelerde 15.000 mahkûm. Yakın olan kişi (biraz önceki kişi!) "Reis"in yönetim anlayışını şöyle özetliyor: "Ülkeyi ordu operasyonlarını yönetir gibi yönetiyor." (Neden bilmem ama aklıma Coşkun Ulusoy geldi!) "Reis" her gün ülkedeki ve dışarıdaki "özel haber kaynakları" ile en az 60-70 telefon görüşmesi yaparmış; "kendisini halkına adamış bir baba olarak" görürmüş..

İlk "çok adaylı" seçimi gerçekleştirdiği için Mısır'da hakkında şöyle yorumlar yapılıyormuş: "Çoğulcu bir seçime izin vererek küçük bir yarık açtı. Şimdi sıra büyük kapıları açarak tarihe Mısır'ı demokrasiye kavuşturan bir insan olarak geçmesinde..."

(Mübarek hakkında yapılan bu yorum (nedense?) Türkiye'de bir dönem daha sık duyduğumuz benzer bir yorumu hatırlattı bana. Hakkında benzer yorum yapılan kişinin Mübarek olmadığını hatırlatmaya gerek yok herhalde!)

İsterseniz, neden başladığı bildiğim ama nasıl çıkacağımı bilemediğim bu Mübarek hikayesini, "Reis"in en önemli rakibi Eymen Nur hakkında Mübarekçilerin icat edip yaydıkları bir dedikoduyu aktararak bitireyim: Söylentilere göre Nur, Condoleezza Rice'ın "âşığıymış". Oysa bakın Nur ise bu söylentiler hakkında ne diyor: "Pek çok Mısırlı bu ismin ünlü bir Amerikalı aktrist olduğunu sanıyor. Ama ben böyle bir iş yapacak olsaydım Julie Roberts'i tercih ederdim!"

Görüyorsunuz, "Reis"ten söz etmek hoşmuş ve seçimi fırsat bilip bizim medyamız da meseleye eğilebilirmiş. Böylece mübarek adamın hikayelerini öğrenip ya da hatırlayıp halimize bin kere şükredebilirdik... Yazık olmuş, iyi bir fırsat kaçırılmış... (K.B)


Her kameranın içinde bir gizli kamera mı var?

Gamze Özçelik hadisesinde medyanın ilgisini bu kadar kabartan, işi nezaket sınırlarının çok ötesine taşıyarak deşelemeye sevkeden etken nedir? Haber aşkı mı? Öyle olsa bu korsan görüntülerin tekrar tekrar gösterilmesinin habere bir katkısının olması gerekmez miydi?

Şunu açık kalplilikle ifade etmek istiyorum ki, medyayı günlerdir meşgul eden Gamze Özçelik hadisesine asla bulaşmak istemezdim. İki nedenle... Birincisi hadise üzerine edilen her laf konunun medyatik sefaletine katkı sağlıyor. İkinci neden de böyle hadiselerin ulu orta gündeme getiriliyor olmasından duyduğum insani rahatsızlık... Ancak gazetelerden sonra televizyonların da olayı sündürerek tefrikaya çevirmesi neticesinde artık aklı selim adına bir çift laf etmek benim için bile bir mecburiyet haline geldi.

İşin doğrusu, ben de bu toplumda yaşayan hemen herkes gibi adına şov dünyası ya da ünlüler alemi dediğimiz o ayrı gezegende insan içine çıkarılmasında sakınca olan kimi hadiseler yaşandığını az çok biliyorum. Yazılı ve görsel medyamız bizi bu nevi bilmemizin lüzumu olmayan hadiseler hakkında bilgi sahibi yapmayı en öncelikli vazifesi olarak görüyor. Bu sebeple magazin kazanında ne kaynadığından hiç haberdar olmamak gibi bir şansımız yok. Buna karşılık magazin medyası sır kaldırma operasyonlarıyla, son dönemde insanları taciz edecek bir noktaya kadar kollarını uzatmış durumda.

Gamze Özçelik hadisesi toplumsal zeminde konuşulması, hele defaatle konuşulması kesinlikle gerekli olmayan bir hadise... Ama haber bültenlerinden irili ufaklı magazin programlarına kadar pek çok yerde çoluk çocuk bu hadiseyle detayları, ileri geri kanaatleri ve en önemlisi olayın odağında yer alan malum görüntüler önümüze sürülüyor. Bu görüntülerin görüntüdeki kişinin haberi olmadan çekildiği ihtimale kuvvetle muhtemel... Yani birileri ellerindeki kayıt cihazıyla -ki bu cihazın gelişmiş bir cep telefonu olabileceği iddia ediliyor- son derece özel kalması gereken durumları, hiç de kanuni ve ahlaki olmayan yolları kullanmak suretiyle yaygınlaştırdığını söyleyebiliriz.

Nedir bu Allah aşkına; haber aşkı mı?

Peki medyanın ilgisini bu kadar kabartan, işi nezaket sınırlarının çok ötesine taşıyarak deşelemeye sevkeden etken nedir? Haber aşkı mı? Öyle olsa bu korsan görüntülerin tekrar tekrar gösterilmesinin habere bir katkısının olması gerekmez miydi? Ama yok! Bu görüntülerin tekrar edilmesinden murat edilen şeyin habercilikle ilgili olmadığı ortada. Yapılan şey insan ruhunun arızalara açık muhitlerinde reyting aramak dışında bir şey değil! Magazinciler için filmi kimin çektiği, haberli mi habersiz mi çektiği gibi detaylar adli detaylar ve sadece görüntülerin tekrarına imkan tanıyan malzemeler olarak anlam taşıyor. Bütün bunlar adaletin tecelli etmesine yardım amacıyla yapılıyor olsaydı, öyle ya da başına böyle talihsiz bir hal gelmiş bir insanın kişiliğine ortadan kaldırılması mümkün olmayan tahribatlar yapılmazdı. Çünkü adaletin tesisi, adalet duygusunun yaygınlığıyla yakından ilgilidir.

Televizyonun toplumsal bir röntgen cihazına dönüştürülüyor olması gerçekten kabullenilebilir bir şey değil. Bunu yapanlar, kendilerine haber peşinde oldukları yalanını söylüyorlar. Oysa bu halleriyle asıl haber kendileri... Yasal olmayan yollardan elde edilmeyen, yüz kızartıcı görüntüleri kamuya yansıtmanın, aynı şeyi tekrar tekrar yapmanın bir habercilik görevi olduğuna inanmamızı hiç beklemesinler. Bu hadisede ayıpları gün yüzüne çıkan asıl unsur medya olmuştur. (G.Ö.)


Buraya kadar

Yedi yıl önce Yeni Şafak'ta "Medyakronik" başlığı altında "medya eleştirileri" yayımlamaya başladım. Yedi yıl öncesi malûm: "Türk medyası"nın 28 Şubat "ruhu" ile yatıp kalktığı bir dönem...

"Medyakronik" adını daha sonra internet üzerinden yayınladığımız bir (yine "medya" söz konusu) bir eleştirisi sitesine koyduk. Bu iş de aşağı yukarı 2 yıl sürdü. Bilahare sıra geldi Yeni Şafak'ta yayımlamaya başladığımız "Kronik Medya"ya.

"Medyakronik"in "devrik" hali olmuştu "Kronik Medya". Bu işi (kaç yıl oldu şimdi tam olarak ben de hatırlamıyorum) yakın zamana kadar Alper Görmüş ile birlikte sürdürdük. Alper ayrılınca da, sayfaya Gökhan'ı davet ettik. "Medya eleştirisi" yazmak (daha doğrusu bizim seçtiğimiz tarzla söyleyecek olursak "gazetelerle uğraşmak") bayağı yorucu bir iş. Telif ağırlıklı çalıştığımız için -gerçekten- kaç yıldır canımız çıktı desek yalan değil.

Bu öyle bir iş ki, sırasında ("Onun da hatırı kalmasın" diyerek!) Burhan Ayeri'nin köşesini bile gözden geçirmek icabetti... Yorgunluğu, angaryanın ağırlığını düşünebiliyor musunuz? Dolayısıyla, yeni genel yayın yönetmenimiz Mustafa Karaalioğlu, geçenlerde "Kronik Medya'yı biraz dinlendirsek mi acaba?" diye sorunca, teklifin üzerine atlayıverdim..."Neden"ini ve "niçin"ini sormadan...

"Kronik Medya"ya "paydos" demek benim çok işime geldi doğrusu... Sayfayı sevenlerin, izleyenlerin (ve de "tiryakilerinin") beni ve "bizi" anlayışla karşılacağını umuyorum.

Oh beee! Artık Kronik yazmayacağım, her gün en az 5 bin vuruşluk yazı yetiştirmek için her gün onu aşkın gazete okumayacağım, ne büyük bir mutluluk!...

Bunun karşılığı olarak haftada bir gün daha (böylece 6 edecek) bir köşe yazısı daha yayımlamayacağım.

Kronik Medya sizlere "Elveda" diyor.


20 Eylül 2005
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
G. Özcan


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Sağlık | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED