YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Dizi...

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

'Reel-politik'in bitişi

'Barış süreci' olarak adlandırılan "postmodern savaş" stratejisinin nihai hedefine ulaşılacağı düşünülürken birdenbire her şey tersine dönüverdi. Tam yedi yıl aradan sonra Ortadoğu'da yeniden helikopterler, roketler ve silahlar konuşmaya başladı.

Clinton yönetimi, giderayak "barış süreci"ni sonuçlandırmak ve yeniden Demokratların iktidara gelmesine katkıda bulunmak amacıyla Filistin ve İsrail yöneticilerini bir araya getirmişti. Ancak "barış süreci" stratejisine son noktayı koymak için vakit çok erkendi. Gerçi Oslo Anlaşması'na göre her şeyin çoktan bitmiş ve Ortadoğu sorununun çoktan çözüme kavuşmuş olması gerekiyordu.

Fakat masa üstünde hayali olarak geliştirilen ve sadece ABD ve İsrail'in çıkarlarını gözeten, hegemonyalarını pekiştirmeyi amaçlayan "barış süreci" stratejisi amacına ulaşmak yerine kaçınılmaz olarak geri tepti.

Bu sürecin geri tepmesi pek çok bakımdan kaçınılmazdı. Her şeyden önce adına barış da dense sonuçta "barış süreci" olarak adlandırılan şey, çok kapsamlı, çok boyutlu ve karmaşık / postmodern bir savaş stratejisiydi.

Bu strateji, taraflar arasında eşit koşullarda ve adil bir barışı hakim kılmayı amaçlamıyordu. Aksine, bu strateji, hem ABD'nin hem de İsrail'in, bölgenin siyasi, ekonomik, ticari hatta kültürel önceliklerini belirleyebilecek en büyük iki hegemonik güç olduğunu kanıtlamayı amaçlıyordu. Oysa bu proje, aslında hem bölgedeki, hem de dünyadaki gerçekleri ve güç dengelerini tümüyle by-pass yapan (gözardı eden) bir projeydi.

Çünkü bu proje, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra ABD'nin geliştirdiği "yeni dünya düzeni" kavramsallaştırmasına ve çerçevede icat edilen stratejilere paralel bir projeydi ve o bu projenin hazırlanmasında Amerikan yönetimi çok belirleyici bir rol oynamıştı.

O yüzden bu proje, uzun vadede, hem Avrupa'nın hem de bölge ülkelerinin çıkarlarını alt üst eden bir projeydi. Bu nedenledir ki, Avrupa, görünüşte bu projeyi destekliyor gibi görünüyordu ama bugün gelinen noktada yaşanan gelişmelerden ve Avrupalı diplomatlar tarafından yapılan açıklamalardan çok açık ve net bir şekilde anlaşılıyor ki, Avrupa, gerçekte bu projeye karşıydı ve zamanı gelince geri tepeceğini düşünüyor ve bekliyordu.

Ortadoğu'da yaşanan son gelişmeler dolayısıyla İngiliz, Alman ve Fransız televizyonlarını dikkatle izliyorum. Gördüklerim, ABD ve İsrail'in geliştirdiği projeyi / projeleri "doğal" olarak nitelendiren kolaycı ve sığ düşünen kişileri şaşırtmış olabilir ama beni hiç şaşırtmadı: Sözkonusu Avrupa televizyonlarında artık hep Filistin tarafından politikacılar ve Filistin tarafının görüşünü dillendiren uzmanlar konuşturuluyor. Böylesi bir şey ilk kez oluyor. Çünkü bugüne kadar bu insanlar adam yerine bile konulmazdı. Ama şimdi baştacı ediliyorlar. Tüm bunların çok anlamı var.

Ayrıca Avrupa televizyonlarına konuşan Avrupalı diplomat ve uzmanların altını çizdikleri ilginç bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Avupalılar artık açıkça şöyle diyorlar: "Ortadoğu sorununda Avrupa bugüne kadar safdışı bırakıldı. Artık Avrupa'nın duruma doğrudan müdahil olmasının zamanı gelmiştir."

Avrupalılar da bölgede şu ya da bu şekilde de olsa (yeniden) söz sahibi olmak istiyorlar. Birkaç gün önce Fransa Devlet Başkanı Jacques Chirac, duruma doğrudan müdahale etti. Ve Filistin tarafıyla birinci derecede görüşmeler yaptı. Ayrıca İngiltere Dışişleri Bakanı Robin Cook şu an bölgede.

Tüm bu gelişmeler, Avrupalıların "barış süreci" stratejisinin bir şekilde bitmesini veya geri tepmesini beklediklerinin çok ciddi göstergeleri.

Bir de tabii, bölge ülkelerinin durumu ve tavrı da çok önemli. Şu an Mısır, Amerika ve İsrail aleyhtarı gösterilerle çalkalanıyor. Mısır Devlet Başkanı Mübarek, o yüzden ABD ve İsrail'e bir an önce gerilimin yatıştırılması çağrısında bulundu. Aynı durum bölgedeki diğer ülkeler için de az çok geçerli. Örneğin Yemen açıklarında bir Amerikan zırhlı gemisine saldırılması, hiç de basit bir olay değil.

Ortadoğu'da son iki hafta boyunca hızlandırılmış bir film şeridi gibi yaşanan olaylar çok hayati bir gerçeği gözler önüne serdi: Reel-politik'in her zaman bitmeye mahkum olduğu gerçeğini.

"Reel-politik" kavramı, Türkiye'de son derece yanlış ve hatta tam tersi bir anlamda kullanılıyor. "Reel-politik", yaşanan gerçeklere göre geliştirilen politikalar değil; tam aksine, yaşanan gerçekleri hiçe sayarak, kimi güçlerin kendi çıkarlarını öne çıkararak geliştirdikleri hayali, zoraki olarak icat edilen ve hakim kılınmaya çalışılan politikalar demektir.

İşte "barış süreci" projesi, tastamam "reel-politik"; yani bölgenin gerçekleri hiçe sayılarak, bölgeye zoraki olarak hakim olmaya ve yön vermeye çalışan güçlerin kendi çıkarlarını ve hegemonyalarını pekiştirmek amacıyla geliştirdikleri zoraki ve hayali olarak icat edilmiş bir projeydi.

Bölge ülkelerinin değil, bölgeye hakim olmaya çalışan güçlerin / aktörlerin hayali olarak geliştirdikleri sözümona "barış süreci" projesinin birdenbire çatırdaması, tüm diğer "reel-politik"e dayalı projelerin de er ya da geç bitmeye mahkum olduğunu göstermesi bakımından önemli. Bu, şu demek: İkinci raund, Batılıların yeryüzünde kurmaya çalıştıkları haksız hegemonyanın kıyasıya sorgulanacağı ve bir süre sonra ters tepeceği zorlu bir raund olacak.


14 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...