YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Cumhuriyet Trajedyası

Gözlerimizi dünyaya açtığımızda, verili bir dünyaya, tanımlanmış bir dünyaya açıyoruz. Sevgilerimizin, nefretlerimizin çoğunu ya bilkuvve ya da bilfiil olarak bilincimizin derinliklerinde hazır buluyoruz.

Okumaya, dünyayı tanımaya, anlamaya başladığımızda, etrafımızda hazır iyilerle, hazır kötülerle karşılaşıyoruz. Hatta bu iyiler ve kötüler sembolleştiklerinden, kötülerin dünyasından kaçıyor, onlarla hiçbir sûrette ilgilenmiyor, onları kendi dünyamıza mümkün mertebe yaklaştırmıyoruz; buna karşın yine hazır bulduğumuz iyileri ise idealleştiriyor, onlara ait ne varsa bilmeye çalışıyor, dünyamızı onların sözleriyle, tavırlarıyla inşâ ediyoruz. Çok genç yaşlardan itibaren dünyamız kesin çizgilerle ayrılıyor; siyahlarımız ve beyazlarımız oluyor ve fakat asla aralarında irtibat alanları bulunmuyor... Özel bir gayret göstermediğimiz sürece, beyazların aralarından dışarı çıkamıyor; siyah bellediğimiz alanın o karanlık köşelerine kısa kaçamaklar bile yapmaya cesaret edemiyoruz.

Sanıyorum iyi ya da kötü bir fikir dünyası olan her gencin yaşadığı, içinden geçtiği bir süreç bu... Zamanla iyiler kötüler hakkında sahip olduğumuz bu hazır tasavvurât değişmiyor değil... Hatta bu değişim öyle noktalara varıyor ki çokları için iyiler kötü, kötüler iyi olabiliyor ve bu sefer aynı süreç farklı insanlar, farklı kimlikler üzerinden işliyor...

Siyasî kanaatlerimizi umûmiyetle ailemizin siyasî kanaatlerinden hareketle oluşturduğumuz gibi, fikir dünyamızı da hemen hemen aynı etkiler belirliyor... Bunun tersi de olmuyor değil... Nitekim 12 Eylül öncesinde, ailelerinin siyasî ve fikrî eğilimlerinin tam aksi istikametindeki görüşleri savunan nice genç vardı; öyle ki aynı ailede dahî birbirinden çok farklı kanaatler çarpışabiliyordu. Bugün de öyle... Hem de koca koca adamlar için böyle....

Dün siyah dediğine, bugün beyaz diyen; dün beyaz dediğine bugün siyah diyen insanlar yok mu? Elbette var, ve olmaya da devam edecek....

Bir zamanlar bu ülkede gençler hep kendi iyilerini okurlar; kötülerin semtine uğramazlar, onları da semtlerine uğratmazlardı. Sözgelimi Necip Fazıl'ı veya Peyami Safa'yı okuyan, seven, yazdığı her satırı takip eden bir genç, Nazım Hikmet'i okumaz, tanımaz, okumaya, tanımaya ihtiyaç da duymazdı. Kemal Tahir'i, Ahmed Hamdi Tanpınar'ı tanımak ise hem güçtü, hem özel gayret istiyordu. Bu durum Nazım Hikmet'i okuyanlar için de geçerliydi ve Cemil Meriç gibi, İsmet Özel gibi isimler bu ülkede iyilerle kötüler arasındaki irtibat noktaları oldu; bu tür isimler bu nedenle çokları için bir şans idi; farklı dünyalara açılmayı meşrû kılan kıyılardı. Sanırım 80 neslinin sınırlarındaki geçişkenliklerin kolaylaşması da yine bu tür isimler aracılığıyla mümkün oldu, olabildi...

Gençliğimde -birçok yaşıtım gibi- benim de ismini duyduğum ve fakat hiçbir eserini okumadığım, hatta kendisini hiç tanımadığım kötülerim vardı... Öyle kötülerdi ki... O kadar kötülerdi ki niçin kötü olduklarını bilmeye ihtiyaç bile duymamıştım...

Meselâ Hasan-Âli Yücel ile Nurullah Ataç, benim hiç okumadığım, hiç tanımadığım kötülerimdi. Belli belirsiz isimlerine tesadüf ederdim; hatta zaman zaman kendilerine bazı olumsuz atıfların yapıldığı yazılar da okurdum ama bu insanların gerçekte neler yazdıklarını, neler yaptıklarını öğrenmek ihtiyacı hissetmezdim. Acaba hissetseydim bile benim yaşadığım mahallede onların izlerini bulabilir miydim bilemiyorum.

Daha sonra bu isimler arasına (eski Maarif Vekili) Dr. Reşit Galip de katılmıştı... Fakat bu sefer şanslıydım; zira yakın tarih okumalarımda karşılaştığım bu ismi tanımak, hakkında ayrıntılı bilgiler bulmak zorundaydım. Fikirlerini hiçbir sûrette paylaşmadığım halde Dr. Reşit Galip'e saygı duymama, hatta bu sırf nedenle hakkında yazarken itina göstermeme yol açan hâdise, vefatının hemen ardından çekilmiş olan bir fotoğraftır. Koca bir kütüphaneden ibaret odasında, mütevazi bir yatağın içinde yorganla örtülü genç cesedi o kadar muhteşem, o kadar azametli görünüyordu ki yıllarca bu sahne gözümün önünden gitmedi. O benim nezdimde, artık iflah olmaz bir idealistti.

Nurullah Ataç hakkındaki kanaatlerim ise, yazdıklarını okumaya başlamakla değil; bilakis kızının babası hakkında yazdıklarını okuduğum an değişti. "Babam Nurullah Ataç" adlı küçük hâtırat kitabı, nedense Nurullah Ataç'ı hep hüzünle anmama yol açmıştır. Genç şâirler tarafından sokak ortasında tekmelenen ve dua etmeden kapıdan çıkamayan bu dilciyi bana tanıtan muhterem kızıydı desem mübalağa etmiş olmam. (İnsanların bilinmeyen taraflarında gerçekten nice soyluluklar var!)

Hasan-Âli Yücel'e gelince, bu küçük Mevlevî dervişinin hikâyesi uzun... Fakat henüz bitirmiş olduğum (bu yazıyı da yazmama yol açan) "Geçtiğim Günlerden" adlı hâtıratını herkese öneririm; şayet Maarif Vekili iken yayımlamış olduğu o devâsa Şark ve Garp klasikleri, onu takdir etmeniz için yeterli olmuyorsa...

Bu isimler tanınmadıkça, Cumhuriyet'in ne denli trajik bir devre olduğu da anlaşılamaz diye düşünüyorum.


19 Mayıs 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Dücane Cündioğlu

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...