YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Şu Nazım dedikleri...

 
Nazım'ı da, maalesef ve mateessüf, 28 Şubat sürecinde kaybettik. Nazım artık varlığını "asker-sivil" konvansiyonuna endekslemiş dar bir militarist çevrenin şairi. Büyük bir şairdi oysa.

 

Besim Tibuk haklı.İyi bir şair olabilir... Ama, makbûl bir adam değildi. Pisti. Yıkanmayı sevmezdi. Zekeriya Sertel, Nazım'a dair kitabında, bu büyük Türk şairinin suyla arasının hoş olmadığını, temizlikten nefret ettiğini yazdığında, küçük çaplı bir "kıyamet"e neden olmuştu.

Bizim şair de pisti.

Kıvırcık yağlı saçları ensesinden dökülürdü; sapsarı dişlerinin arasında illa ki yeşil bir maydanoz parçası. Durup durup, "Türk şiirinin imgesel yapısı, eğretilemeye dayalı metnin işlevselliği" türünden boyundan büyük laflar ederdi.

Kötü kötü kokardı üstelik.

Simsiyah tırnaklarıyla sofradaki ekmeği böler, "Hadi uzanın koçlar" diye şirinlikler yapardı. Sofistike yaşardı aklınca; "doğal"ı oynamaya çalışır, ama bu doğallığın iticilikten de öte, müstekreh tanımına girdiğini fehmedemezdi.

İyi şiirler yazamadı.

Sonradan kötü bir Maliye Müfettişi oldu.

Kravat takmaya, saçlarını taramaya, "marka" giyinmeye başladı. Nereden apardıysa, pasaklı ve yelloz bir kadınla hayatını birleştirdi; böylece hem kendisini, hem bizi, hem de Türk şiirini kurtardı.

Sonradan Kemalist olduğunu, Doğu Perinçek'in yalancı cennetine intisap ettiğini öğrendim ve şaşırmadım.

Hasan Hüseyin'i sever, Nazım'a tapardı.

Edip Cansever şair bile değildi.

Ece Ayhan da kim oluyordu!

Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç edebiyat dışıydı.

Besim Bey'i Kanal 7 ekranlarında Nazım'a saldırır görünce aklıma üşüşüverdi. Bizim şair de hafiften solcuydu, ama hiçbir zaman, hiçbir modaya uyup, hiçbir örgüte, hiçbir fraksiyona katılmayacak kadar korkak.

Nazım korkak değildi.

Peki, bizim cesaretimiz nereden? Parkamızın bir cebinde Cumhuriyet gazetesi, koynumuzda "Toplu Şiirler", her akşam Tünel-Galatasaray hattında dolmuştan indirilip iliklerimize kadar aranmaktan, her defasında "Komünist misin ulan?" diye muaheze edilmenin verdiği kaşarlanmışlıktan mı?

İlk ne zaman aydım?

Gerçekle düş arasındaki "uçurum"un derinleşmeye başladığı gerçeği, ilk, Özal'ın ikinci değişim programıyla birlikte mi kafama dank etti? Eski bir Cumhuriyet çalışanı olan Ufuk Güldemir, "Gerçekle düş arasındaki uçurum açılınca CHP küçüldü; tıpkı bir dönem severek çalıştığım Cumhuriyet gazetesi gibi..." diyordu. Ve çok yerinde saptamalarla, bu gazetenin, "militarizm"i temsilen yaşatıldığını ileri sürüyordu.

Nazım'ı da, maalesef ve mateessüf, 28 Şubat sürecinde kaybettik. Nazım artık varlığını "asker-sivil" konvansiyonuna endekslemiş dar bir militarist çevrenin şairi.

Büyük bir şairdi oysa.

Bu yazıya oturmadan önce, açıp Asım Bezirci, Memet Fuat, Radi Fiş ve Fahri Erdinç'in yazdıklarına baktım. Sonra, "Kuva-yı Milliye Destanı"ndan, "Memleketimden İnsan Manzaraları"ndan parçalar okudum; İsmet Özel ve Ataol Behramoğlu'nun mektuplarından "Nazım"lı satırlara göz attım.

"Büyük" falan filan da, asla ekonomik bir şair değil.

Uzun, süslü, "şairane" mısralar.

Laf ifrazatı...

Sözcük israfı...

İçlerinde, gerçekte Türk şiirinin yüzünü ağartacak parçalar var.

Bol ve rahat yazan bir şair.

Bursa Cezaevi'nde Kemal Tahir'e gönderdiği mektuplarda, halihazırda yazdığı, önümüzdeki günlerde yazacağı, gelecekte yazmayı tasarladığı şiirlerden, o şiirlerin hacminden, muhtevasından, mısra düzeninden, hangi imaj ve eğretilemeleri kullanacağından sözediyor, hızını alamayıp, "asıl savaşımının gericilikle" olduğunu dercediyordu sayfanın bir kenarına. "İhsas"a ve "ilham"a dayalı şiirin nasıl, ne zaman, hangi mısra düzeniyle geleceğini kim önceden bilebilir, kim gelecekte yazacağı şiirin hangi mısra yapısıyla, hangi eğretilemelere dayanacağını kestirebilir Nazım dışında?

Savruk bir şairdi aynı zamanda.

Eh, az biraz da ayran gönüllü.

Atatürk hakkında en vıcık vıcık şiirleri o yazmıştır. Atatürk hakkında en ağır, en ölçüye gelmez şiirler yine onun kaleminden çıkmıştır.

Stalin'e kızıyor görünmekle birlikte, tapar.

Aynı anda kaç kadına asılıp, aynı anda kaç kadını idare ettiğini Raşit Öğütçü, nam-ı diğer Orhan Kemal sağ olsa, ya da Bursa Cezaevi duvarlarının dili olsa da anlatsa. Belki üvey oğlu Memet Fuat anlatacaktır; ömrü vefa eder de, "Gölgede Kalan Yıllar"ın ikinci cildini yazarsa, Nazım'ın Piraye'ye çektirdikleriyle birlikte, aslında bir KGB ajanı olan Vera'yla girdiği aşk müsademelerini de okur, aydınlanırız...

Evet, onu 28 Şubat 1997 tarihinde kaybettik.

Halka ve halkın değer tercihlerine "topyekûn savaş" ilan edenler egemenliklerinin bayrağı olarak dalgalandırdılar Nazım'ı.

Aydınlar, demokratlar, kanaat önderleri, siyasi partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri koro halinde Türkiye'de yaşanan "vandalizm"e alkış tutup "efekt" niyetine Nazım Hikmet'ten dizeler okudular.

Asıl savaşımının irticayla olduğunu söyleyen Nazım yaşasaydı; kuvvetle muhtemel Türkiye'yi kendisine dar edenlerden şekvacı olmaktan vazgeçip, militarist cephede yer alacak, en güzel şiirlerini onlar için yazacaktı.

Ya da, değeri anlaşılmayıp unutulacak, pek pek Can Yücel gibi, Leman dergisinin Nazım Baba'sı olarak yeniden tedavüle sürülecekti.

Vaktiyle, birinci sayfasından fotoğrafını basıp, "Bu resmi yüzüne tüküresiniz diye yayınlıyoruz" diyen Cumhuriyet gazetesi de mutlaka onda bir "cumhuriyet devrimcisi", bir "aydınlanma önderi" vehmedecekti.

Nazım, "karalanan, suçlanan, kovuşturulan, başına gelmedik bırakılmayan, ancak bir süre sonra aklanan, baştacı edilen" sanatçılara ilk örnek değil.

İşte Refii Cevat Ulunay.

İşte Refik Halit Karay.

150'likler listesinden sürgüne gönderilen Refik Halit Karay, kim ne derse desin, hâlâ Türkçe'nin en "önemli" üç-beş yazarından biridir.

Stalin, Dostoyevski'yi tam 10 kez yasaklamış.

Anna Ahmatova gibi önemli bir şairi, Zoşçenko gibi arsıulusal bir mizah yazarını Sibirya'ya, çalışma kamplarına göndermiş; bu iki ünlü imzanın ağır çalışma koşullarında telef edilmesini büyük bir "sükûnet"le izlemiş... Bugün ikisi de Rusya'da "yok satıyor."

Thomas Mann, Bertolt Brecht, James Joyce Marquez de aynı şekilde, bugün ülkelerinin gurur kaynağı...

Biz de, İstiklâl Marşı'mızın şairi Mehmet Akif Ersoy'a, Türkçe'nin "zirve" şairlerinden Necip Fazıl Kısakürek'e az çektirmedik.

Mustafa Suphi, Ankaralı yoldaşların iğvasıyla Türkiye'ye giriş yapmış, henüz yarı yoldayken, yine o yoldaşların buyruğuyla Karadeniz'de 14 arkadaşıyla birlikte boğdurulmuştu. İskilipli Atıf Hoca, şapka kanunu çıkmadan iki yıl önce yazdığı bir "risale"den dolayı, Halit Paşa merhumun kanlıları tarafından darağacına gönderilmişti. Arif Oruç ve Zekeriya Sertel çareyi yurtdışına kaçmakta bulmuşlardı.

Sabahattin Ali kaçamamış, Türkiye-Bulgaristan sınırında, kafası odunla ezilerek öldürülmüştü.

Nazım Hikmet ise, tamı tamına 14 yıl hapis yattıktan sonra hayallerinin ülkesine, Sovyet Rusya'ya attı kapağı...

Bugün egemenliklerinin fermanı olarak Nazım bayrağını dalgalandırıp, o bayrağı "zulümlerinin karşı konulmaz meşruiyet abidesi" gibi mazlumların önüne koyanlar, Nazım'ın nasıl ve hangi şeraitte Türkiye'yi terkettiğini, hangi suçunun karşılığı olarak 14 yıl hapis yattığını, bu soy şiir emekçisini zindanlarda çürütenlerin kimler olduğunu unutmuş görünüyorlar.

Belki bilmeyen vardır, sevabına hatırlatalım:

"Kuva-yı Milliye Destanı"nın yazarı Nazım Hikmet tek parti döneminde hapsedildi. En çok takibata bu dönemde uğradı.

Ne garip tesadüf ki, yattığı cezaların tamamı Milli Şef'in "devr-i saadeti"ne rastlamaktadır. Sabahattin Ali'nin kafasını odunla parçalamak fikri de Milli Şef'in neferlerine aittir.

Nazım yaşasaydı, sarsılmaz bir 28 Şubat muhibbi olacaktı.

Şiirleri okul kitaplarına girecek, romanlarından televizyon dizileri yapılacaktı. Belki İbrahim Tatlıses'e söz yazmayı teklif edecekti. Ama, Nikos Beloyannis gibi "şerefli" bir özgeçmiş bırakmayacaktı...

(Not: Bu yazı, varlığını Selam yazarı Murat Osmanoğlu'na borçludur.)


17 ŞUBAT 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Kekeç

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...