T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Siyasetin hukukla kesiştiği nokta

Başörtüsünü üniversitelerde yasaklayanlar, 'kamusal alan' saydıkları yüksek öğretim kurumlarında 'siyasal simge' olan başörtüsüyle bulunulamayacağını ileri sürüyorlardı. Kavramları karıştıran, yanlış bir akıl yürütmeydi bu; etkisini Anayasa Mahkemesi kararlarında bile hissettiren bir yanlış... Yargıtay Cumhuriyet başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, 'siyasal simge' olan başörtüsünü taşıyan kadınların parti kurucusu olamayacakları görüşü ise, bütün kavramların birbirine karıştığı, hukukî deyimiyle, bir 'butlan' teşkil ediyor.

Siyasal parti, adı üstünde, siyaset alanına ait bir kavram. Siyaset, 'kamusal alanı' yönlendiren bir kurumdur, ama her yönüyle sivil ilişkiler bütünüdür. Devleti tanımlayan siyasettir, ancak devletten çok farklı bir alandır o. Devlet siyasal simgeden hoşlanmayabilir, görüşleri sınırlamak isteyebilir, gücünü halkın özgürlüklerini kısma yolunda kullanabilir; siyaset ise bütün bunlara karşı çıkmanın yoludur. Farklılıkları (bu arada farklı simgeleri de) kabul eder, hak ve özgürlükleri genişletmeyi, demokrasi kanallarını açmayı hedefler...

Siyasetin kurallarını belirlerken, parti kuruculuğuna getirebileceği sınırlamayı yasalarla koymak zorundadır devlet; herhangi bir memurun, kendisini yasa koyucu yerine geçirip yasalarda varolmayan mülâhazaları siyasete kural haline getirmesi düşünülemez. Siyasi partiler yasasında, kadınların başörtüsü, parti kurucusu veya milletvekili olamama sebepleri arasında sayılmıyor. Kaldı ki, son seçimde, on kadar başörtülü kadın aday vardı; bunların bazılarına yapılmış itirazlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından reddedilmişti. İki başörtülü kadın milletvekili seçilerek Meclis'e girmeyi başardı, bunlardan biri görevini sürdürüyor. FP'nin de bir başörtülü kadın kurucusu vardı; FP'nin kapatılmasının istendiği iddianamede, 'başörtülü kadın kurucu' gerekçesi bulunmuyor...

Arada yasalarda bir değişik olmadığına göre, "Başörtülü kadın parti kurucusu olamaz" gerekçesinin altındaki hukukî mülâhazayı anlamak mümkün değil...

Başörtüsünün 'simge' olduğunu varsaysak bile, simgeler alanı olan siyasette bu iddianın bir değeri yoktur. Kurucularının hepsi muhtarlardan oluşan bir parti kuruldu; bütün kurucuları başörtülü kadınlardan oluşan bir parti de hukuken kurulabilir... Kaldı ki, AK Parti, başörtülüler kadar başörtüsüz kadın kuruculara da sahip... Başörtülü kadınları kurucu listesine almakla ayrımcılık yapmıyor, ya da 'siyasal simge' başörtüsü ile rejime meydan okumuş olmuyor AKP.

Demokrasi ile demokrasi görüntülü rejimler arasındaki temel fark da bu ince noktada zaten: Demokrasilerde, rejimin kurallarını kabul ederek sistem aleyhtarlığı yapmak mümkündür; öyle olmasaydı, yüzyıldır hiçbir rejim değişikliği yaşanmazdı dünyada... Avrupa'daki bütün rejimler, son yüzyıl içerisinde bir kaç kez kabuk değiştirdiler; kimi 80 kimi 45 yıl Demirperde gerisinde yaşamış ülkeler de demokrasiye geçebildiler... Kendilerini 'proleter demokrasi' diye tanımlayan Marksist rejimler içten dönüşerek değişebildi. Rejim değişikliğine imkân sağlayan rejimin adıdır demokrasi; bu özelliği sayesinde câzibe odağıdır ve hayatiyetini sürdürebilmektedir...

Bakmayın siz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin RP ile ilgili verdiği karara; Türkiye parti kapatan bir sisteme sahip olduğu için Avrupalı kabul edilmiyor, vatandaşları arasında ayırımcılık kokan uygulamalarıyla eleştiri oklarını üstüne çekiyor. Siyasetin elinin uzandığı yerlerde yanlış uygulamaların destek görmesi, Avrupa'da da demokratik sisteme önem verenlerin eleştirilerini durdurmuyor. Avrupa'dan tek bir eleştiri gelmese bile, sırf başörtülü oldukları için kadınların parti kurucusu olamayacaklarını düşünebilen devlet görevlilerine sahip bir ülke olmak Türkiye'nin itibarını artırmayacak...

Hukuk herkes için elzem; özellikle devlet adına harekete geçen başsavcının, bütün davranışlarına hukuk çerçevesi içinde kalma kaygısı egemen olmalıdır. Siyaset alanına, kadın-erkek ayrımcılığını, başörtülü-başörtüsüz bölünmesini sokmak bile, yeterince büyük bir hukukî vebal teşkil ediyor.

Başsavcının talebi, hukukla siyasetin kesiştiği bir noktada yapılmış, hukukî olmaktan çok siyasî yönü ağır basan ve o düzeydeki bir devlet görevlisinin kaçınması gereken bir girişimdir...


23 Ağustos 2001
Perşembe
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED