T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kıbrıs ve iç kamuoyu

TÜSİAD'ın Kıbrıs'la ilgili tavrını "komprador burjuvazinin millî dâvâsı olmaz" gibi bir yaklaşımla değerlendirmek içimden gelmez. Türkiye'de sermayenin hâlâ milli meselelerdeki hassasiyetini belli ölçüde koruduğunu, ayrıca zaten yeterince uluslararası sermaye ile bütünleşemediğini düşünüyorum.

Ama ortada sakil bir durum olduğu da su götürmez. "Kıbrıs meselesi Türkiye'nin AB yolundaki yürüyüşünü engellemesin" den yola çıkıp, uzlaşmazlık suçlamasında hedefe Denktaş'ı koyması, en azından konunun enine boyuna düşünülmediği sonucunu ortaya çıkarıyor. TÜSİAD'ın ne AB'ye ne de Rum tarafına söyleyeceği net şeylerin olmaması zenginler klübünün duruşunu daha da sıkıntılı hale getiriyor. Bir de söyleminin Rum lobiciliği ile Daniel Cohn Bendit'nin bıçkın üslûbunu besleyici nitelikte olması "TÜSİAD'ın millî hassasiyeti"ni tartışılır hale getiriyor. Belki burada TÜSİAD'a özel değil, Türkiye elitlerini etkisi altında bulunduran çok daha genel bir psikolojik yamulmadan, yani uluslararası iradeyi meşruiyyet dayanağı olarak değerlendiren zaaf çizgisinden söz etmek doğru olur.

Aslında Kıbrıs ve AB konusunda son zamanlarda böyle bir "iç kamuoyu parçalanması" yaşandığını ifade etmek lâzım. Gerek AB ile ilişkilerde, gerekse Kıbrıs konusunda köşe yazarlarından işadamlarına uzanan bir kamuoyu kesimi, "Türkiye'yi ve Denktaş'ı sıkıştırıcı bir üslûp" içinde tavır koyuyorlar. Kıbrıs'la AB'nin birbirini etkileme sürecinin geliştiği Helsinki sonrası dönemde bu tavır daha da belirginleşti ve "Kıbrıs'ta çözümsüzlük Türkiye'nin AB'ye girişini engelliyor, öyleyse Kıbrıs'ta bir an önce çözüm olsun, çözümde engelleyici taraf biz olmayalım, böyle bir görüntü de vermeyelim" yollu bir söylem, Ankara'ya baskıya dönüşüyor. "Dünyanın bugünkü şartlarında artık stratejik önemi kalmadı" diye özgül ağırlığı azaltılmak istenen Kıbrıs'ı Türkiye üzerinde bir yük haline getiriyor. Denktaş'ı bir yandan "Ankara'ya rağmen başına buyruk hareket eden adam" hüviyetine büründürüp yalnızlaştırmaya yöneliyor, bir yandan da "çözümü engelleyen adam" kimliğine büründürüyor. Ve Rum - Yunan tavrına haklılık payesi veriyor. Artı, AB'nin Türkiye'ye karşı ayak sürüyen manevralarına da meşruiyet gerekçesi oluyor. Yani görüntü şöyle: Kıbrıs çözümsüzlüğünde Rumlar öteden beri Türk tarafının uzlaşmadan kaçtığını iddia ediyorlardı, şimdi buna Türkiye'den kamuoyunda etkin belli bir kesimi inandırmış oluyorlar. Üstelik Rumlar bunu dünyaya satıyor: "Bakın işte, Türkiye'de bile Denktaş'ın çözümden kaçan adam olduğu kabul görüyor" söylemi şu an Rumlar'ın en etkili propaganda malzemesi durumunda.

Denktaş'ın "Kıbrıs dâvâsı"nda başından beri gerçekten bir kilit taşı misyonu ifa ettiğini unutmamak gerekiyor. "Yiğidi öldür, hakkını yeme" sözü belki en çok bu konuda geçerlidir. Ancak ismi Kıbrıs dâvâsı ile böylesine bütünleşmiş bulunan Denktaş'ın gerek Kıbrıs'ta gerek Türkiye kamuoyunda bir itibar aşınması ile karşı karşıya bulunduğunu kabul etmek lâzım. Bunda KKTC'deki iç politika pürüzlerinin etkili olduğu söylenebilir. Eğer bu tesbit doğruysa ve iç kamuoyunun parçalanmasında Denktaş isminin yıpranmışlığının etkisi varsa, burada ayrı bir durum değerlendirmesi yapılması ihtiyacı doğmuştur, denebilir.

Hayır, "Denktaş artık kenara çekilmelidir" demek aklımdan geçmiyor. Denktaş hâlâ Kıbrıs'ın kilit taşıdır ve o sökülürse, çok şey zarar görecektir. Ama yeni bir durum değerlendirmesi zamanı da gelmiştir. Gerek Türkiye medyasında bazı sütunların, gerekse TÜSİAD gibi etkin bir dünyayı çatısı altında barındıran bir kurumun, Rum - Yunan tezlerine malzeme olacak bir tavır sergilemelerinin ciddiye alınması lâzım. En azından, hem Kıbrıs Türk kesimindeki duygusal yaralanmaları, hem Türkiye'deki iç kamuoyu parçalanmasını tamir edecek bir gayrete ihtiyaç olduğu açıktır.

Bu da belki bu çevreleri "Bekâra karı boşamak kolaydır" zemininden çıkarmakla mümkün olacaktır. Yani kendilerinden belli sorumluluklar üstlenmelerini talep ederek...

TÜSİAD acaba Kıbrıs meselesinin önünü arkasını yeterince bilmekte midir? "Kıbrıs'ın stratejik değeri azalmıştır" görüşündeki kanaat önderi, acaba Kıbrıs'ın Ankara'nın stratejik denkleminde nereye oturduğundan haberdar mıdır? Acaba Kıbrıs'ın Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin önünde engel haline geldiğini düşünenler, AB'nin "Türkiye manevraları"nı yeterince dikkate almakta mıdırlar?

Bu soruları Ankara'nın ve Denktaş'ın da sorması gerektiğini düşünüyorum ve bu soruların Ankara'ya ve Denktaş'a ciddi bir bilgilendirme sorumluluğun yüklediğini düşünüyorum. Kendi sivil toplumunu millî meseleler konusunda yeterince motive edemeyen bir ülkenin, aynı sivil toplumla boğuşmak zorunda kalacağı açıktır.

Denktaş TÜSİAD'dan Kıbrıs meselesi için lobi görevi üstlenmesini isteyemez miydi? Denktaş TÜSİAD'a ve Kıbrıs'ta kendi politikasını eleştiren kanaat önderlerine "Hadi benim yerimde olun ve Kıbrıs'ı ne yapacaksanız yapın" diyemez miydi? Bunu deseydi onlar, Kıbrıs'ı alıp götürüp Brüksel'e "İşte size Kbırıs, onu kime verirseniz verin" mi diyeceklerdi? Hiç sanmıyorum. Onlar da yeniden Kıbrıs dosyasını çalışacaklar ve ancak Türkiye ve Kıbrıs'taki insanlarımızı tatmin edecek bir çözüm önerisi ile dünyanın huzuruna çıkacaklardı. Yani onlar da birer Denktaş olacaklardı. Türkiye problemlerini bir yerleri kanatmadan çözmeyi henüz öğrenemedi. "Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif" gibi görülebilecek konularda bile kıran kırana boğuşmalar yaşanıyor. Sonunda bir de bakıyoruz, biz boğuşurken, elin adamı malı almış götürmüş. Sakın Kıbrıs ve AB ile ilişkiler de böyle olmasın.


1 Aralık 2001
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED