T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Türkiye'de sermuharrir olmak...

RTÜK Yasası TBMM'den çıktığı gibi Köşk'ten de geçerse radyo-televizyon ve internet dünyasını neyin beklediği malûm. Fakat doğrusu çok da umutsuz olmamak lâzım... Her işte bir hayır olduğunu söyleyenler haksız değil. Yasa tasarısının TBMM'de geçirdiği komisyon ve genel kurul günleri hiç değilse iki hakikatı gözler önüne serdi. Bunlardan ilki, Tansu Çiller ve kurmaylarının olayları değerlendirirken nasıl "soğukkanlı" davranabildikleri gerçeğidir. Atıp tutmaya gelince mangalda kül bırakmayan bu ekip, sıra RTÜK Yasası'na gelince genel kurul çalışmalarına katılmamak için sürekli "mazeret izni" kullanmayı tercih etmiştir! Doğrusu, "hayalperestlik"ten çok uzak, haddinden fazla "gerçekçi" bir siyasi tavır... "Bugün"ün bir de "yarın"ı yok mu? Yarının erken ya da vaktinde "seçim"i yok mu? Bu devirde medyayı küstürerek seçim kazanmak bir hayal değil mi? Siyaset "gerçeklik"e aslı sırt çevirmemeyi gerektirmez mi vs. vs. Hemen şunu da söyleyeyim ki, Çiller ve kurmaylarının RTÜK Yasası görüşülür ve oylanırken (az kaldı yanlışlıkla "oynanırken" diyecektim) Meclis'e uğramamaları beni hiç mi hiç şaşırtmadı; yani şimdi "dizini dövenler" arasında beni aramayın!

RTÜK Yasası tartışmalarının gözler önüne serdiği ikinci (hayırlı) hakikat, Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi'nin tam ortasından bölünmüş bir kişilik yapısına sahip olduğunu bütün çıplaklığıyla ortaya koyması oldu. Ne kadar hazin, hatta trajik bir durum! Türkiye'nin en büyük ve en "merkez" gazetesinin başyazarı kalemini eline alınca meğer ne güçlü kişilik problemleri yaşıyormuş da haberimiz yokmuş... Ekşi'nin artık dayanamayıp açık sözlülükle ilan ettiği bu "bölünme"yi aslında sezmiyor değildik; ama işin bu derece ilerlemiş bir safhada olduğunu nasıl tahmin edebilirdik?

Hikayeyi biliyorsunuz. Oktay Ekşi 22 Mayıs tarihli yazısında TV patronlarının devlet ihalelerine girmemesi gerektiğini "kamu yararı" kavramından hareketle gayet güzel savunmuş, ancak (o gece neler olduysa) ertesi gün bu iyi temellendirilmiş tezinden el çabukluğuyla çark edivermişti... İşin ilginç yanı, ikinci günün "düzeltme" yazısında önümüze sürülen yeni tezler aynı gün aynı sayfada yer alan genel yayın yönetmeninin yazısındaki görüşlerin neredeyse aynısıydı! Tuhaf bir durumdu tabii... Yoksa, genel yayın yönetmeni ve başyazar o günkü yazılarını başbaşa verip birlikte mi "dizayn" etmişlerdi? Yoksa bu iki kalem "kolektif haklarını" mı kullanıyordu? Tuhaf olduğu kadar eğlenceli bir durum da...

Ekşi'nin bir gecede bir tezden öbür teze hicreti, tabii ki, pekçok okur ve pekçok yazarın dikkatini çekmiş, bu yazarlardan bazıları da bir gecede doğan "ihale aşkı"nı köşelerinde gözden geçirmişti. Nazlı Ilıcak'ın da yaptığı gibi...

Şimdi Ekşi, iki gündür Ilıcak'a ve bu eleştirilere cevap veriyor. Ama ne cevap! "Tam ortasından bölünmüş kişilik yapısı" dediğim bu. Ekşi'nin 8 Haziran tarihli yazısındaki savunmasında açıklığa kavuşturulan ilk husus kendisinin nasıl "hür" bir kaleme sahip olduğunu ispata ilişkin: "Ben 22 Mayıs tarihinde kanaatimi yazarak 'yazamıyor' dediğini baştan çürütmüşüm. Sadece onu değil 'Hürriyet'te kimse yazamıyor' iddiası da suya düşmüş. Nazlı Hanım hâlâ bildiğini okuyor.".

Benim (sanırım Ilıcak'ın da) bu açıklamaya bir itirazım yok; doğru, gerçekten de Ekşi, 22 Mayıs tarihli yazısında kanaatini açıkça yazabildi. Fakat bu açıklama aynı zamanda itiraza çok açık da bir açıklama. Çünkü Ekşi'nin bu açıklaması Ilıcak'ın sorusunun karşılığı değildi ki!

Biz bambaşka bir şeyi, Ekşi'nin 22 Mayıs'taki kanaatinin ertesi gün niçin değiştiğini merak etmiyor muyduk?

Ekşi, gecikmeden bu sorunun cevabını da veriyor. Cevabını aynen aktarıyorum, çünkü çerçevelenip Basın Müzesi'ne asılmayı hakeden bu cevabı kimsenin kaçırmasını istemiyorum:

"Doğrusu şu ki bir gazetenin başyazarı, sütununda bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır. Temel kural budur. "Nazlı Ilıcak'ın sözünü ettiği konuda Oktay Ekşi, uzun yıllardır yazdığı bu sütunda ilk -ve herhalde son- defa kendi görüşünü ön plana çıkarmış ve yayınlamıştır. Yapılan, profesyonel açıdan bir hatadır. Hürriyet'in farkı, bunu anlayışla karşılamış olmasıdır."(!)

Aman Yarabbi! Meğer biz yıllardır Oktay Ekşi'yi okuduğumuzu sanır, bu yetmezmiş gibi arada bir de tutup yine onu eleştirirmişiz! Oysa Hürriyet'in başyazılarını Oktay Ekşi değil, adına geçici olarak Oktay Ekşi denilen Hürriyet yazarmış... Meğer başyazarın "bireysel görüşü" filan yokmuş; başyazıda dile gelen görüşler bir büyük "Plaza"da oturan ve Hürriyet olarak adlandırılan bir "mücerret" özneye aitmiş... Oktay Ekşi adı bu öznenin, bu varlığın bir "ilinek"i gibi bir şeyden ibaretmiş. Hadi isterseniz biraz felsefe yapalım ve "ilinek"in (yani "araz") konumuza pek uygun bir tanımını verelim: "İlinek: Kendi başına var olmayan, bir taşıyıcı, bir tözü gerektiren şey." Gördüğünüz gibi hiç fena olmadı! "Taşıyıcı" ya da "töz" olarak Hürriyet; bir "ilinek" olarak da başyazar Oktay Ekşi...

Ekşi'nin "Bir daha asla!" diyerek günah çıkarmasını ve Hürriyet'in niçin "bağışlayıcı" olduğu gibi ağır felsefi konuları da siz düşünün!


11 Haziran 2001
Pazartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Yeni Şafak'a Yeni Okur ol !!! - Abone ol !!!
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED