T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Mücahid Erbakan"

Geçtiğimiz Cuma günü, Prof. Dr. Necmeddin Erbakan'ın "Yeni Binyıl Konferansları" çerçevesinde verdiği "Türkiye ve Ekonomi" konferansını izledim. Anadolu'dan katılımlarla binlerce insan Lütfi Kırdar Kongre Sarayı'nın içini-dışını doldurmuş, coşkulu bir biçimde tezahürat yapıyordu.

Hoca, Türkiye ekonomisinin 30 yıllık düşüş sürecinde 1996-1997'nin "farklılığı"ni seslendirdikçe salon, "Türkiye Seninle Gurur Duyuyor"diye inliyordu. Zaman zaman kitleyi buluşturan "Erbakan Nerede Biz Oradayız" sloganının adresi de belliydi. Ama salonun asıl klasiği "Mücahid Erbakan" slogani idi. İnsanlar, bu sloganı gerçekten coşku içinde haykırıyorlardı. Baktım Hoca, bu sloganlar bitinceye kadar konuşmasını durduruyor, kitleye söz hakkı veriyordu. Bir rahatsızlık izlenmiyordu yüz ifadelerinde. Sloganlardan mutlu olduğu bile söylenebilirdi.

Ben, insanların coşkusuna büyük saygı duymakla birlikte, bir süredir özellikle "Mücahid Erbakan" sloganının böyle devam edip gitmesinin sağlıklı olup olmadığı konusu üzerinde düşünüyorum.

Salonda bulunanların, "Mücahid Erbakan" sloganının ifade ettiği muhtevaya gönülden katıldikları açık. Doğrusu benim de, bir insanın "mücahid" diye nitelenmesinden rahatsızlık duymam sözkonusu olamaz. Bir Müslüman'ın, İslâm'ın "cihad" gibi çok özel kavramı ile kalbi arasında derin bağlantılar kurmaması düşünülemez de ayrıca...

Benim takıldığım husus, bunun böyle, bir slogan haline getirilmesinde, bir propaganda aracına dönüştürülmesinde, üstelik bir siyasî lider olarak bunun halkta beklenilen olumlu etkiyi yapacağına inanılmasında...

Eğer "Mücahid" sloganı, motive edilmesi gereken bir insanın, diyelim bir çocuğun duygularını hareketlendirmek için kullanılsa makul olabilir. Ama Hoca'nın böyle bir motivasyona ihtiyacı olduğu söylenemez.

Yine eğer "Mücahid Erbakan" sloganı, küçük bir cemaatin iç heyecanlarında dolaşımda bulunsa, "gerekli midir?" diye tartışılsa bile, gene de söylenecek bir şey olmayabilir.

Ama söz konusu olan, tüm ülkeye yönelik politika yapan bir siyasî hareket olduğunda durum degişir, diye düşünüyorum.

Çünkü bir siyasî hareket, bir sloganı, halkın mümkün olduğunca geniş bir kesimini, bir duygu, düşünce, heyecan etrafında buluşturmasını amaçlayarak gündeme sürer. Peki "Mücahid Erbakan" sloganı bu amacı gerçekleştirebilecek bir slogan mıdır?

Meselâ şöyle bir soru: "Mücahid Erbakan" sloganı Türkiye nüfusunun yüzde kaçında "Helâl olsun bu siyasî lidere" duygusu-etkisi uyandırır? Bu slogan yüzde kaç insanin duygularını harekete geçirir ve biz de "Mücahid Erbakan gibi olalim" kararına yöneltir?

Dogrusu ben, Türkiye'nin insan zemininin "Mücahid" kavramının siyasî alana taşınması durumunda, çok sağlıklı değerlendirmelere varabileceği düşüncesinde degilim. "Mücahid"i böylesine somutlaştırmanın, bir yerde bu kavramın varolan itibarını da yaralayabileceğini düşünüyorum.

Kaldı ki Türkiye'de, "Mücahid" gibi kimi İslâmî kavramların ne anlama geldiğini bile bilmeyen çok büyük ve özellikle "genç" toplulukların bulunduğu söylenebilir. Ayrıca, en azından bilgisizlik sebebiyle, karşıt duyarlılıklar üretebileceği zeminlerin de az olmadığını söylemek yanlış olmaz. Böyle bir toplumsal zemine "Mücahid" ve benzeri "dini kökenli" kavramları siyasal slogan olarak sunmanın hangi yararından söz edilebilir acaba?

Ayrıca bu sloganın siyasî yenilgi ortamında söylenmesi daha garip duruyor. Habire dövülen bir "Mücahid"i insanlarımızın nasıl değerlendirecekleri sorusu önemsiz midir? "Mücahid Erbakan" sloganı, zaferlere eşlik eden bir muhteva taşımalı normalde... Hani zafer? Hangi zafer?

Bir de "Türkiye ve Ekonomi" gibi nisbeten akademik bir "konferans" ortamında bu sloganlar sağlıklı olmuş mudur? Kültür A.Ş.'nin projesi açısından sağlıklı olmuş mudur?

Bu sloganı duyduğumda hep aklıma "Acaba Erbakan Hoca bu sloganın seslendirilmesinden memnun mudur? Yoksa ona rağmen mi söylenmektedir?" sorusu gelir... Sonra: "Memnun olmasa, uyarır ve bu sloganın kullanılmamasını sağlayabilir" diye düşünürüm. Sözkonusu konferansta, Hoca'nin bu sloganın atıldığı sırada durdurma yolunda bir jest ortaya koymadığını gördüm. Hoca'nın bu tür konularda ne kadar belirleyici olduğuna dair pek çok anekdot dinledim oysa. Demek ki, bir sorgulaması yoktu, belki gerekli buluyordu.

Ben yazdım, belki bir kere daha düşünme gereği duyulur diye... Türkiye'nin yeni insan zemini (eger bu önemli ise) üzerinde bir kere daha degerlendirme yapılır diye...

ECEVİT VE KADINLAR

Ecevit'in hayatında bir kadının çok belirleyici etkisi olduğu biliniyor. Rahşan Ecevit o. Duygu dünyasında da siyasi hareket alanında da Rahşan Ecevit, Bülent Bey için vazgeçilmez olmalıdır.

Ama Bülent Ecevit'in başka kadınlar konusunda hiç de sağlıklı tavırları sözkonusu değil.

Biri Merve Kavakçı idi, ona karşı Meclis'te nasil kükrediğini ve DSP'li Meclis kadrosunu nasil "Dışarı, dışarı" tempolarıyla agresif bir eylem içine soktuğunu biliyoruz.

Ve Sema Pişkinsüt... Bir başka kadın... Bu defa DSP'li, ama Ecevit'e karşı aday. . Payına düşen ise konuşturulmamak... "Hain Dışarı" tempoları ile susturulmak... Üstüne üstlük, oğluna yönelik fiilî saldırı...

Ecevit'in ilginç bir sınavı bu... Biri hariç, kadınlar karşısında aslan gibi kükreyen bir lider... Siyasî hayatının son merhalelerinde öz geçmişine böyle bir not düşürme becerisini gösteriyor. Kutlamak mı lâzım kendisini?


1 Mayıs 2001
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED