T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bakalım Başsavcı DSP hakkında işlem yapacak mı?

Ne hazindir ki, elinde ne Kürt meselesi, ne kimliklerin tanınması, ne de Türkiye'nin herhangi bir sorununa ilişkin herhangi bir somut çözüm önerisi var. Yaptığı, "Karaoğlan" banalitelerinin sulandırdığı bir tür eyyam politikası.

Toprağı bol olsun, paşa babalarının kurnazlıkla yürüttüğü siyaseti, o şimdi "demokratik sol" kılıfı giydirilmiş bir tür "kasaba romantizmi"yle ayakta tutmaya çalışıyor.

Partisinin adı Demokrat Sol Parti.

Ama solculuğun, hele evrensel anlamda solculuğun kıyısından bile geçmiş değil.

Demokrat, hiç değil.

Bir ara (70'li yıllarda), iktidara giden yolun "kast"ıyla bozuşmaktan geçtiğine inandırıldığı için, kendisini vareden koşullara kafa tutmuş, Türkiye'nin yol almasına engel olarak "merkezî siyaset"in sahiplerini işaret etmişti.

Kısa bir serüvendi bu.

İşlerin, "tokmağı çevirip duvarın öte yanına geçmek"le hallolmayacağını, daha doğrusu meselenin bu kadar basit olmadığını bedeli acılarla ödenmiş 12 Eylül tecrübesiyle öğrenmişti.

Hen kendisi öğrenmiş, hem "seve seve" bize öğretmişti.

Yıllarca, sosyaldemokrat kavramlardan bihaber, "imece sosyalizmi"yle idare etti, "ortanın solu" zagonuyla Stalin'den mülhem "köykent" ve "kolhoz" uygulamalarını savundu.

Yüzde 42'yle seçim kazandı, ama muktedir olamadı.

Hem halkçı, hem devletçiydi.

Hem demokrat, hem kemalistti.

Hem sapına kadar onuruna düşkün, hem yalanı mübah görecek kadar genişti.

İyi niyetli bir aydın olarak başladığı politikada, "kötü icra" örneği sergileyen bir "kriz fenomen" olarak yerini sağlamlaştırdı.

Sonra, çıkışın, kastıyla barışmaktan geçtiğini anladı.

Zülfü Dicleli, 90'lı yılların başında, Ecevit'e ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyordu:

"Politik güçlerin mecut yer alımında geleneksel merkezin kendini yeniden düzenleme çabasına en iyi yanıt verebilecek güç olarak Bülent Ecevit'in önderliğindeki siyasi hareket görünüyor."

Ve ekliyordu:

"Önümüzdeki dönemde güç merkezlerinden, devletçi kesimlerden, korumacı sermayeden, medya oligarşisinden Ecevit hareketine desteğin artması beklenebilir."

Bu destekle, hiç de haketmediği halde, 28 Şubat sürecinde Başbakan Yardımcılığı'na, nihayetinde Başbakanlığa yükseldi.

Üstelik şairdi.

İnce ruhluydu.

Hassastı.

Hayatın şiirine uzak bu "hassas" politikacı, Merve Kavakçı'ya Meclis'te haddini bildirmişti.

Önceki gün de, DSP Kurultayı'nda, gönüldaşları, bağlıları, militanları eliyle, demokratik hakkını kullanıp genel başkanlığa adaylığını koyan Sema Pişkinsüt'e haddini bildirdi.

Yüzde bir milyon kazanma şansı bulunduğu halde, karşısında bir güç, bir ortak, bir şerik istemedi.

Pişkinsüt'ün çıkışı, görüntüde de olsa, "parti içi demokrasi"yi kurtaracaktı.

Gelgelelim, bu milletvekilinin kürsüde konuşma yapmasına bile izin verilmedi.

Pişkinsüt'ün listesinde adı geçen partililer "şıpın işi" kapı önüne konulmakla kalmadı, oğlu da pazubendinde güvercin taşıyan görevliler tarafından sille tokat dövüldü.

"Çelebi böyle olur bizde parti içi demokrasi" deyip geçiştirmek de mümkün; ama bakalım Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu geçiştirecek mi?

Önceki Başsavcı Vural Savaş, DSP hakkındaki işlemi "şık olmayacağı" gerekçesiyle ertelemişti, ama Anayasa'ya sadakatinden kuşku duymadığımız Kanadoğlu, Anayasa'nın 69. maddesine aykırı hareket eden DSP hakkında mutlaka "soruşturma" başlatacaktır.


1 Mayıs 2001
Salı
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED