T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Mesut Yılmaz "demokrat" mı oldu?

Başbakan Bülent Ecevit, DSP Kurultayı ve sonrasında, "anti-demokratik" profilini sergilerken; yardımcısı Mesut Yılmaz, birdenbire ortaya fırladı ve "demokrasi mücahidi" kesildi. Cumhur Ersümer'i "ilahlara kurban etmek" zorunda kalınca, açıldı. Hele "Beyaz Enerji soruşturması" TEDAŞ Genel Müdür Vekili ve yardımcılarını da kapsayınca, "statüko"ya karşı "devrimci-değişimci" ve "asker" ve "yargı"ya karşı "sivil" ve "demokratik" kesildi.

Bu arada, koalisyonun üçüncü ortağı Devlet Bahçeli, Anayasa'nın dokunulmazlıklarla ilgili maddelerine "dokunmak" ve "yolsuzluk şaibesi"nden kurtulmak gerektiğini dillendirerek, ANAP'a el altından dokundurmaya başladı.

Kemal Derviş'in durumun ne kadar farkında olduğunu ve "tek taraflı Ecevit aşkı"ndan ayılıp ayılamayacağını bilemeyiz ama Washington'dan gönderdiği "müjdeler", çok geçmeden bu hükümetin dağınıklığına ve muhtemel siyasi krizlere toslayıp berhava olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Medya, hem kasıt, hem de cehalet karışımı nedenlerle, Türkiye'de bir "sanal alem" yaratmak konusunda gerçekten etkili. Birkaç gündür borsada iyimser bir hava esiyor ve dolar düşüyor. Fakat, "kriz" geçmiş değil ve derinleşme ihtimali daha kuvvetli. Hatta, "hiperenflasyon" hafif hafif yola koyulmuş vaziyette.

Çünkü, Kemal Derviş'in bulduğu para, Mayıs ve belki Haziran'ı, o da esas olarak "dış borçlar"ın karşılanmasıyla, kurtaracak nitelikte. Öngörülmeyen bir "siyasi kriz" olmaması şartıyla. Tam tersine, Ecevit hükümetinin kesin bir "siyasi irade" ortaya koyması kaydıyla…

Alman Maliye Bakanı, Türkiye'ye "taze para akıtılması"nın G-7 ülkeleri arasında bir görüş birliği sağlanamamış olduğu için, IMF aracılığıyla yapılmasında mutabakata varıldığını bildirdi. Amerikan Hazine Bakanı Paul O'Neill ise, bunu "son kez" ve "bir defaya mahsus" olarak tanımlayarak, "program"ın harfiyen uygulanması şartının altını çizdi.

İşte tam bu sırada, Mesut Yılmaz, deyim yerindeyse "su koyuyor"… Bir "sivil-asker" gerginliği üzerine pozisyon bina ederek, "enerji yolsuzluğu"na ilişkin soruşturmayı "caydırma"ya çalışıyor. Kullandığı kelimeler pek etkileyici: "Statüko" ve "Statükocu güçler" kimi zaman yargı olarak ortaya çıkarmış. "Ancak ihtilallerde uygulanan yöntemlerin sivil dönemde kullanılmasıyla bir partinin tasfiyesine çalışılması kabul edilemez"miş. Bunu yapanlar "programın uygulanmasını istemeyen güçler"miş… Başbakan Yardımcısı ve ANAP Genel Başkanı, "yargının siyasileşmesi"nden fena halde şikayetçi.

Bunları söyleyen ve üstelik "bugün" söyleyen Mesut Yılmaz olmasa, bu sözlerden heyecanlanmamak mümkün mü? Oysa, söyleyen Mesut Yılmaz olunca ve bunlar "enerji yolsuzluğu" soruşturmasının "bakan kellesi" aldığı bir zaman dilimine denk gelince, orada durup düşünmek gerekiyor.

Mesut Yılmaz, son çeyrek yüzyılın tartışmasız tek "reformcu"su olan Turgut Özal'ın "statükocu" diye damgaladığı bir siyasi kişilik olmasaydı, "anti-statükocu" söylem ağzında bu kadar iğreti durmazdı. Bu Mesut Yılmaz, Cumhuriyet tarihinin "yolsuzluk" gerekçesiyle (Türkbank) gensoruyla düşürülen tek Başbakanı değil midir?

Dahası, bu Mesut Yılmaz, "Ancak ihtilallerde uygulanan yöntemlerle, bir sivil dönemde bir partinin tasfiyesi" sağlandıktan sonra Başbakanlığa getirilmemiş midir? Hem bu Mesut Yılmaz, 28 Şubat'ın Başbakanı, Bülent Ecevit de Başbakan Yardımcısı değil midir? Mesut Yılmaz, parti kapatmalara ne zaman duyarlılık gösterdi?

Mesut Yılmaz, "inandırıcı" olamaz. Bizler ona "demokratlık vizesi" vermedikçe, ağzıyla kuş tutsa, olmaz. Vermeyeceğiz! ANAP'lılar kendilerini bu olguya göre ayarlasınlar.

Peki, birdenbire bu "söylem", bu "sivillik ve demokrasi havariliği" nereden icap etti?

Daha önce defalarca belirttik; "Beyaz Enerji", ister istemez, "Mavi Akım"la buluşmaya gidiyor. Türkiye'nin enerji stratejisini Rusya'ya bağımlı kılarak "ulusal çıkarlar"a ağır bir darbe indiren enerji politikalarında Cumhur Ersümer sadece bir "taşeron" idi; "patron" ise Mesut Yılmaz. Ve, bu konudaki bütün işlemler buram buram "yolsuzluk" kokuyor. Gerçi, Mesut Yılmaz, meydan okuyor ve delil istiyor ama "operasyon" o yönde, "delil toplama" yönünde ilerliyor. Telaşı işte buradan kaynaklanıyor.

ANAP ile kendi adını özdeşleştirdiği için, "bir partinin tasfiyesi" kavramını kullanıyor. Bir partiden ziyade, bir "lider"in, yani kendisinin "tasfiyesi" ihtimali, ciddi bir ihtimal. Bunu o da görüyor. O yüzden, "program şantajı"nı kullanıyor; yani "üzerime gelinirse, öyle bir kriz çıkar ve program uygulanamaz hale gelir ki, Türkiye mahvolur" demeye getirerek, "dış dünya" ve "iç kamuoyu"nun desteğine oynuyor; "yolsuzluğa karşı mücadele"yi "caydırma"ya uğraşıyor.

Ne kadar direnir, nereye kadar dayanır, bilemeyiz. Ancak dış gücünü -özellikle Rus enerji lobisi- ve içerde "oyun kurma yeteneği"ni yabana atmamak gerek. Bu arada, "siyasi müttefik" olarak yanıbaşında, demokratik-sol Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung'un "Entrikacı Karaoğlan" sıfatını verdiği Başbakan Bülent Ecevit'in ve Hüsamettin Özkan'ın yer aldığı hesaba katılırsa, Mesut Yılmaz başlıbaşına bir "güç merkezi".

Ne var ki, hem kendisinin; hem de "müttefikleri"nin esaslı şekilde kan kaybettiği bir dönemdeyiz.

Ecevit'in geleceği olabilir mi ki, Mesut Yılmaz'ın olsun…


2 Mayıs 2001
Çarşamba
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED