T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kurullar sendromu

Şu sıralar "siyaset kaka-kurullar cici" dönemini yaşıyor Türkiye... "Ekonomiyi siyasetten arındırma" söylemi öylesine bir furya oluşturdu ki, ekonomiyi "özerk kurullar" oluşturarak yönetme-düzenleme, çağın en müthiş buluşu gibi sunuluyor. SPK, BDDK, Telekomünikasyon Kurulu.. bu kurullardan bazıları... Merkez Bankası da özerk yapısıyla böyle bir kurul niteliği taşıyor.

Umuluyor ki böylece ekonomi, siyasî kadroların parti hesaplarından arınacak, kendi kurallarına göre tanzim edilecek...

Acaba böyle mi olacak?

Türkiye, gene siyasetten bağımsızlık arayışı içinde, başka kurullar da oluşturdu bugüne kadar. MGK, YÖK, RTÜK gibi.

Tüm bu kurumlar, belki gerçekten siyasetin parti hesabı taşıyan boyutunu dizginlemek, "devlet politikası" diye nitelenebilecek bir çizgiyi devamlı kılmak gibi bir misyona sahiptiler.

Ama hepsi aynı zamanda bir sancıyı da beraberinde getirdi.

Çünkü hepsinde evet, evet siyasî zaafları dengeleme amacı vardı ama, daha özde, "halkın siyasî tercihi"ne yönelik eleştiri de vardı. Halk bir biçimde aldatılabilirdi ve onun bir üst irade tarafından "regüle edilmesi-düzene sokulması" lâzımdı.

Sancıyı beraberinde getirdiler çünkü, sistem, bir yanda "tek belirleyici" olarak halk iradesini görüyor, diğer yanda da ona nerdeyse kuşatma anlamına gelecek üst denetimler sunuyordu. Bu, siyasî kadrolarla üst kurumlar arasındaki gerilim demekti. Bu gerilim hep devam ediyor.

Olayın bir de, "kurulların gerçekten siyasetten arınmış olup olmadığı, hatta arınıp arınamayacağı" boyutu var.

Diğer bir ifadeyle, bir ülke yönetiminde siyasetsiz bir alan düşünülüp düşünülemeyeceği sorunu var.

Acaba şöyle sormak daha gerçekçi olmaz mı?

Bu kurullar, belki "siyasîler"in etkisinden kurtarılacaktır, ama bir başka "siyaset"in kontrolünde olacaktır...

Ve hemen bir başka soru:

O "bir başka siyaset"i kim belirleyecektir?

Örnekler üzerinde düşünelim:

IMF ve Dünya Bankası uluslararası çapta özerk kurumlar...

Peki bu kurumların siyasetten, meselâ ABD'nin global politikalarından arınmış olduğu söylenebilir mi?

Kemal Derviş şu anda, adeta "hükümet üstü bir özel kurum" gibi duruyor. Acaba politikadan arınmış mıdır? En azından, kendi siyasî geleceğini inşa gibi bir kaygısı yok mudur? Ve en azından, onun eliyle oluşturulan, üyelerinin onun eliyle belirlenmesi için IMF dayağı yediğimiz kurullar onun siyasî duruşundan bağımsız mıdır?

Şu anda RTÜK'ün üye yapısının değiştirilmesi için büyük çaba gösteriliyor. Amaç ne? Amaç, kurulda Meclis etkinliğinin azaltılması ve başka (meselâ MGK ve YÖK ağırlıklı) siyasal tercihlerin potaya girmesidir.

Bizzat MGK'nın stütüsü tartışılmıyor mu Türkiye'de? 28 Şubat sürecinde MGK'da etkin rol alan kimi isimler, banka operasyonlarında adı geçen bankalarda görev almış değiller miydi? 28 Şubat, başlıbaşına MGK'nın bir siyasal tavır üssü oluşunun göstergesi değil midir?

İşte tüm buralardan baktığımızda gelişmeler, sistemin bünyesine yeni kriz sendromu enjekte edildiği anlamına geliyor. Buna göre, siyasetçilerle güya siyaset dışı kurullar arasında zaten varolan gerilim, daha da derinleşecek demektir.

Ayrıca Derviş'in hükümet içinde oluşturduğu gerilime dikkat etmek yeterli yarınlarda ne olacağını anlamak için. Hükümet Derviş'ten rahatsız; çünkü o, hükümet üyeleri tarafından, üst bir kurulun üyesi gibi hareket eden "siyasî komiser" hüviyetinde algılanıyor. Elinde IMF sopası bulunan bir özerk yönetici... Devlet Bahçeli'nin Ertuğrul Özkök'e söylediği sözler ne kadar dramatiktir: "Ülkenin menfaati için Derviş zehir olsa içerim. Ama o da devlet üslûbuna saygılı olsun." Bu, Derviş vakıasına boyun eğen ama, vaziyetin gayrı tabiiliğine de isyan eden bir başbakan yardımcısı tavrı... Dramatik değil mi? Bahçeli, aynı zamanda duyduğu rahatsızlık sebebiyle Derviş'in yer aldığı hükümet zirvelerine katılmayacağını bildiriyor. Ne yapmalı şimdi? Derviş'in "özerk statüsü"ne itibar ederek bir siyasetçi olan Bahçeli'den ve partisinden vaz mı geçmeli? Ecevit de, Derviş'in "giderim haa!" üslûbunu sopa olarak kullanmasından şikâyetçi. Ve ne yapmalı? Ecevit'i ve DSP'yi Derviş hatırına silmeli mi? Bu partilere oy verenler yok mu farzedilmeli? Yoksa bu partilere oy verenler, ancak Derviş'in kuracağı partiye oy verdiklerinde mi kayda değer nitelik kazanacaklar?

28 Şubat bir ara dönemdi ve "iç tehdit" gerekçesiyle yapılan MGK eksenli müdahaleler, siyaseti, yargıyı yaraladı. Şimdi "ekonomik 28 şubat" yaşanıyor ve ekonominin MGK'sı diye nitelenebilecek IMF, Derviş eliyle, sisteme müdahale ediyor. Türkiye'de varolan sistem, pek matah bir şey değildi evet, onda köklü bir yeniden yapılanma şarttı evet, ama bu böyle olmamalıydı. Yani halk iradesinden kopuk, IMF dayatmasıyla yürütülen ve yeni kriz sendromu enjekte eden bir operasyonla değil...

Şu anda Türkiye'nin en acil görevi Derviş'i "normal adam" haline getirmek ve siyasetin emrine vermektir. Ve eğer Derviş siyaset yapacaksa, onu halktan oy alacağı bir zemine taşımak lâzımdır. Böyle olağanüstü şartlar, halk iradesinin belirleyicilik alanının daha da daralması için gücü yetenler tarafından fırsat olarak kullanılıyor. Türkiye'de demokratik zemin daha da daralmış durumda... Krizde demokrasiyi lüks bulanlar, ülkenin kaybettiklerini anladıklarında çok geç kalmış olacaklar...


19 Mayıs 2001
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED