T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Kurt kapanı

Sokaklar, günlerdir, "Hükümet istifa" âvâzeleriyle çınlayıp duruyor; Türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütü Odalar Birliği de koroya katıldı. Siyasetin nabzının attığı her noktada, kahve veya ev sohbetlerinde, çarıklı-çarıksız erkân-ı harplerin değerlendirmelerinde, hükümet için olumlu sözler sarf edilmediğini biliyoruz. Kamuoyu yoklamaları da halkın hükümetin arkasından çekildiğini gösteriyor zaten. Ancak, üç ortaklı koalisyon hükümeti etraftan gelen telkinlere kendini kapatmış durumda; başbakan istifayı düşünmüyor...

Böyle bir kilitlenme durumunda hükümetin sonunu getirmek kolay değil. Hükümeti Meclis'te düşürmenin en kestirme yolu güvensizlik oyu değil mi? Başbakan Bülent Ecevit ile yardımcısı Hüsamettin Özkan hakkında verilen gensoru önergeleri iktidar milletvekillerinin oylarıyla daha önceki gün reddedildi. Milletvekilleri oylarını aldıkları millet yerine kendilerini aday gösteren liderlerini dinlemeyi tercih ediyorlar.

Manzara Türkiye'de 'siyaset' kurumunun gerçek yüzünü ortaya koyuyor. Siyaset, belli dönemlerde yapılan seçimler dışında milletin bütünüyle devre dışı kaldığı bir zeminde yapılıyor bizde, vatandaşın sürekli denetimi altında değil. Ne kadar kalabalık bir çıkar grubunu temsil iddiasında olursa olsunlar, sivil toplum örgütleri de, bizde, bazılarının sandığı kadar siyaset üzerinde etkili değil. Partiler, demokrasilerde olduğu gibi, tabandan tavana örgütlenmiyor; bu yüzden partililerin de partiler üzerinde belirleyici bir etkisi olamıyor. Bakmayın siz "Meşruiyet içerisinde çare tükenmez" lâfına; siyasette meydana gelen tıkanıklıkları demokratik yöntemlerle açmanın imkânı bizde bulunmuyor.

Siyasetin kendini düzeltme, hatasını telâfi etme mekanizmaları da yok; basiretsiz veya basireti bağlanmış bir lider, ürettiği formül ne kadar akıldışı olursa olsun, dediğini kabul ettirebiliyor. Ortaçağ için bir anlamı bulunan "Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" dayanışması günümüz Türk siyasetinde geçerli; Kasım 2000 ve Şubat 2001 ekonomik krizlerine kararlarıyla yol açan siyasiler koltuklarını kaybetmiş değiller...

Acaba, bu durum, krizlerde karşılaşılabilen bir 'akıl tutulması' hali ile mi ilgili, yoksa kendisini oluşturan iradenin arzu ettiği bir direniş mi sergiliyor hükümet?

Türkiye'yi bekleyen günlerin özelliğine de ışık tutacak en kritik soru bu. Eğer, bize özgü siyaset yüzünden veya liderlerle tâkipçileri akıl tutulmasına uğradıkları için içinden çıkılmaz bir hal ile karşı karşıya kalmışsak, hükümeti işbaşından götürecek mâkul bir formül sonunda bulunacaktır. Oysa, eğer direniş 'başkaları' adına ise, içine düşülen kurt kapanından iyice perişan olmadan kurtulmak mümkün görünmüyor...

'Başkaları' deyip geçtiğimiz kişi, grup ve odaklar, aslında, tek bir adreste oturmuyorlar. Bu kişi ve odaklar 'yerli' olabilecekleri gibi pekâlâ 'yabancı' bir odak da bizdeki türden kıstırılmış bir siyasette etkin rol oynayabilir. Bizde hesap görme, sorgulama âdeti olmadığı için, üç ay arayla vuran iki büyük kriz dalgasının gerçek sebebini hâlâ bilmiyoruz; hükümetin beceriksizliği bir 'veri', ancak manipüle amaçlı bir 'dış' müdahale krizde ne kadar etkiliydi? Benzer bir krizi bizden iki yıl önce yaşamış Malezya'da, Başbakan Mahathir Muhammad, olan-bitenler ile 'dış spekülatörler' ve onların ardındaki devletler arasında ilişki kurmuştu. Malezya'daki krizin sorumlusu gösterilenlerden çokuluslu bir dev şirket, eski bir ABD başkanını yanına alıp İstanbul'a geldi; bir diğeri olan uluslararası finansörün ise ekonomiden sorumlu bakanla kahvaltı randevusu tesadüfen öğrenildi...

O zaman "Ne oluyoruz?" diye sorabiliriz. Beceriksizliği tartışılmaz ve sokaklardan sonra sivil toplum örgütlerinin de "İstemezük" tepkisine muhatap bir hükümet, sağda-solda meydana gelen toplumsal olaylarla daha da zayıflıyor, ama bize özgü siyasetin cilveleri yüzünden bir türlü düşmüyor; işbaşında kaldığı süre içinde de, ülkeyi krizden krize sürüklemede parmakları olduğundan kuşkulanmamız gereken 'yabancı' odaklara, varolan değerlerimizi ölü eşek fiyatına satma pazarlıklarını sürdürüyor... Gerçekten de ne oluyoruz?

Bu oyunu bozmanın yolu, hükümetin devamına imkân sağlamak değil, onu bir an evvel yerinden etmek için bütün gücümüzle çalışmaktır. İş, galiba, DSP, MHP ve ANAP'ta var olması gereken cesaret sahibi ve vatansever milletvekillerine düşüyor...

Sessiz kalmaya devam ederlerse, korkarım, gafletlerini kendi çocuklarına bile izah edemeyecekler...


12 Nisan 2001
Perşembe
 
FEHMİ KORU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED