T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Kuşku'dan türettikleri haberi
çabuk unuttular...

13 Aralık tarihli Kronik Medya'da,12 Aralık tarihli Vatan, Zaman ve Radikal'in, "İkinci Uyum Paketi"nin komisyonda ertelenmesini doğrudan doğruya "Kopenhag'daki olumsuz hava"ya bağlayan haberlerini eleştirmiştik. Haberlerde, bunu temellendirebilecek ifadeler yoktu; "olsa olsa" metoduyla ertelemenin nedeni üzerine spekülasyon yürütülmüş, sonra da bu "düşünce" haberleştirilmişti. Hatırlayın, aynı "bağ" daha gevşek olarak Hürriyet, Milliyet ve Akşam'da da vardı. Cumhuriyet ise, ertelemede "türban oyunu" keşfetmişti.

Oysa ertelemenin nedeni, gazetelerimizin yazdığından çok farklıydı ve biz bunu, muhtemelen komisyonu sonuna kadar izleme sabrını gösterebildiği için sadece Sabah'tan öğrenebilmiştik. Hadisenin aslı şuydu:

38 maddelik İkinci Uyum Paketi'nin ilk 36 maddesi "jet hızıyla" komisyondan geçmiş, "yürürlük"ü düzenleyen 37. ve 38. maddelere gelindiğinde, "son anda" bir şey fark edilmişti. Gerisini Sabah'tan aktaralım:

"Paket'in, Anayasa değişikliğinden önce Meclis'ten çıkarılmasının, Anayasa'ya aykırı olduğu son anda fark edildi. CHP'li Önder Sav görüşmeler sürerken, Adalet Bakanı Cemil Çiçek'i bu konuda uyardı. Sav, 'Henüz Anayasa değişikliği yürürlüğe girmedi. Oysa biz Anayasa maddelerine dayanarak değişiklik yapıyoruz. Bu Anayasa'nın özüne aykırı olur' dedi. Çiçek bu uyarıya hak verdi. Temaslar sonucunda Başkanlık Divanı'na başvurularak, yürürlük maddeleri olan 37 ve 38'inci maddeler geri çekildi. 36 madde jet hızla kabul edilirken, son iki maddede tasarının dondurulması şaşkınlık yarattı. Ancak, bu kararın Anayasa rötarı olması ortamı rahatlattı..."

Komisyonun tavrını doğrudan doğruya "Kopenhag"a bağlayan üç gazete ile daha da tuhaf bir biçimde "türban oyunu"na bağlayan Cumhuriyet'in başlıklarını ve spotlarını bir daha hatırlayalım:

Vatan: "DEP'li vekiller bekleyecek... Uyum paketine Kopenhag molası... İçişleri Komisyonu, DEP'lilere yeniden yargı hakkı tanıyan ve öğrencilere ceza affı getiren ikinci uyum paketini Kopenhag zirvesi sonrasına erteledi..."

Zaman: "Kopenhag'daki olumsuz hava demokratik-leşmeyi erteletti... Yeniden yargılama ve öğrenci affını içeren ikinci AB Uyum Paketi'ne Kopenhag molası verildi. Meclis, Türkiye'ye üyelik için olumsuz sinyaller gönderen AB'nin kararını gördükten sonra düzenlemeyi yeniden değerlendirecek.."

Radikal: "'Uyum' ve uyumsuzluk... AB normlarına uyum için hazırlanan yasa paketlerinden ilki büyük hızla Meclis'ten çıkma noktasına geldi. 2. uyum paketinde ise AB'den esen 'ters rüzgâr' nedeniyle frene basıldı..."

Cumhuriyet: "AKP, affın başlangıç tarihini 2000 yılından daha da geriye çekmek için zaman kazanmaya çalışıyor... İkinci pakette türban oyunu... Milli Eğitim Komisyonu, 'konuyu daha ayrıntılarıyla inceleyebilmek' için tasarıyı alt komisyona havale etti. AKP hükümetinin bu yöntemle düzenlemenin başlangıç tarihini daha geriye çekerek bütün türbanlı öğrencilerin aftan yararlandırılmasını planladığı belirtildi..."

Özetlememiz burada bitiyor, şimdi "yeni bölüm"e geçiyoruz... Yeni bölümü Cumhuriyet'in bir gün sonraki (13 Aralık) haberi üzerinden kotaracağız, çünkü "kuşkularını haberleştiren" gazetelerden sadece Cumhuriyet konuya yeniden dönmüş. Bu öyle bir haber ki, hem bir gün önceki kendi haberini, hem de "Kopenhag kuşkusunu haberleştiren" üç gazetenin haberlerini tekzip etmiş oluyor. Okuyalım (önce başlık ve spot):

"İktidarın 'uyum' şaşkınlığı... AB'ye uyum tasarısının anayasaya aykırı düşmesi üzerine, yürürlük maddeleri geri çekildi... AKP hükümeti, henüz çıkarılmayan anayasa değişikliğiyle bağlantılı paketin, yürürlükteki anayasaya ters düştüğünü, son anda CHP'nin uyarısıyla fark etti...."

Şu bölüm de haberden:

"AB'ye uyum tasarısının, Kopenhag Doruğu'yla eşzamanlı süreci parlamentoda ilginç gelişmelere sahne oldu. 12 Aralık'taki toplantıdan önce tasarıyı Meclis'ten çıkarmak için alelacele gündeme alan hükümet, genel kurulda CHP yönetiminin uyarısıyla karşılaştı. CHP Genel Sekreteri Önder Sav, henüz geleceği belli olmayan bir anayasa değişiklik önerisine bağlı olarak yasalarda düzenleme yapılmasını değerlendirirken, Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ise Adalet Bakanı'nı 'Acaba ayrı fakültede mi okuduk, ayrı kanunları mı okuduk diye sormaktan kendimi alamıyorum. Bir hukuk trajedisi işleniyor' sözleriyle hedef aldı... Bunun üzerine harekete geçen iktidar, TBMM Başkanlık Divanı ile görüşerek tasarının maddeleriyle ilgili görüşme bittikten sonra yürürlük ve yürütme maddelerini geri çekti..."

Görüyorsunuz, bir gün önceki "türban oyunu" (birinci sayfada "türban takiyesi") haberinin yerinde yeller esiyor, onun bir masa başı attırmaca haberi olduğu zımnen kabul edilmiş oluyor...

Biz, 3 Kasım sonrası Cumhuriyet'e yönelttiğimiz eleştirilerde, "Zamaneye uymayın, tamam da, bu tarzda mı?" derken, işte bu tür "muhalefet"ten söz ediyoruz; temelsizliği bir gün sonra ortaya çıkacak masa başı attırmacalardan oluşan bir habercilikle muhalefet yapılamayacağından söz ediyoruz... (A.G.)

" 'Yaşlanırsak' AB'ye de alırlar mı acaba?" yazısına zeyl

Kronik Medya'nın 13 Aralık tarihli sayfasına "'Yaşlanırsak' AB'ye de alırlar mı acaba?" başlıklı bir değerlendirme yazdık. "Teknik servis" bu değerlindirmenin "olmazsa olmaz"ı olan fotoğrafları sayfaya yerleştirmeyi ihmal etmiş. Neyse, bugün onları da temaşa edebiliyorsu-nuz. Ancak, bizi bu değerlendirmemize "zeyl" yazmaya iten neden bambaşka. Çünkü Hürriyet'in 13 Aralık tarihli sayısından öğreniyoruz ki, Hürriyet'in 12 Aralık tarihli sayısından öğrendiğimiz "Orduevleri, askeri gazinolar ve sosyal tesisler yönetmeliği"nde yapılan değişiklikler "yok"muş. Gazete bu "yok"u da şöyle duyurmuş: "Genelkurmay: Kıyafet değişikliği yok". Olabilir, demek ki "yok"muş. Ancak ortada bir problem de yok değil doğrusu. 12 Aralık tarihli Hürriyet'in haberini düzelten 13 Aralık tarihli Hürriyet, bu "yanlış anlama"nın nasıl cereyan ettiğine dair okurlarına hiçbir açıklamada bulunmuyor. Siz söyleyin böyle "sorumsuzluk" olur mu? Gazetenin bu "yanlış anlama"nın hikayesini de -kısa da olsa- okurlarına duyurması gerekmez mi? Ne oldu, nasıl oldu da, gazetenin bir gün önceki sayısına -hem de uzun uzun- bu "yönetmelik değişikliği" haberi giriverdi? (K.B.)

"Artık bu kadarı da 'skandal' sayılır" demiştik, işte sonuç...

Aşağıdaki satırları, Hürriyet yazarı Fatih Altaylı'nın 13 Aralık tarihli yazısından aldık:

"(..) Rasmussen'le yapılan görüşmede Danimarka Başbakanı, Tayyip Erdoğan'a iki örnek vermiş. Bunlardan biri, Türkiye'deki gelir adaletsizliği. Diğeri ise öğrencileri döven polislerin suçsuz bulunması. Rasmussen, Erdoğan'a, 'Böyle bir olay Avrupa'da da olur. Bir polis şiddet gösterebilir. Ama o şiddet mazur gösterilmez. Türkiye'nin sorunu burada' deyince Erdoğan hayli sıkıntılı anlar yaşamış..."

Fark etmişsinizdir, Altaylı, YÖK'ü protesto yürüyüşü yapmak isteyen öğrencilerden birini bir depoya çeken ve orada döven iki polisten söz ediyor. Polisler, deponun kapısının önünde biriken vatandaşların protestolarına karşı fazla direnememiş, araya giren bir polis müdürünün emriyle de öğrenciyi serbest bırakmak zorunda kalmışlardı...

Televizyonlar ve yazılı basının geniş yer verdiği olay kamuoyuna mal olmuş ve polisler hakkında soruşturma yapmak üzere iki müfettiş görevlendirilmişti... Haberin bundan sonrası tam bir haber takibi faciasıydı ve bunu Kronik Medya'da adım adım izlemiştik... Hatırlayalım:

Müfettişler, raporlarında tuhaf bir sonuca varmış, iki polisin değil, "gözaltında bulunan bir kişinin serbest bırakılması kararının sadece savcılar tarafından verilebileceği" gerekçesiyle, öğrenciyi serbest bırakma emri veren polis müdürünün yargılanması gerektiğine hükmetmişlerdi...

Biz de, bu haberin basında ve televizyonda sadece Zaman gazetesi tarafından duyurulmasını, Türk basınındaki haber takibi problemine eğilmek için bir vesile saymış, meslektaşlarımızı, onları böyle bir haberi bile takipten alıkoyan çalışma türzı üzerinde düşünmeye davet etmiştik... (Bu haber aynı gece televizyon kanallarında ve ertesi gün gazetelerde kendine geniş yer buldu.)

Bundan birkaç gün sonra da bu kez, Ankara Valiliği İl İdare Kurulu'nun, müfettişlerin raporunu onaylamadığı haberi geldi: Kurul, polislerin yargılanması gerektiğine hükmetmiş, dosyayı savcılığa gönderme kararı almıştı.

Bu haberin de sadece Zaman ve Radikal'de yer almasından sonra, hatırlayacaksınız, "Bu kadarı artık 'haber takibi skandalı' sayılır" başlığıyla bir takip yazısı kaleme almıştık...

Dönelim Altaylı'nın yazısına... Sizin de anladığınız gibi, İdare'nin nihai kararından ne Rasmussen'in, ne Tayyip Erdoğan'ın (olsaydı, "sıkıntılı anlar" yaşamaz, bunu muhatabına hatırlatırdı), ne de bir büyük basın mensubu olarak Fatih Altaylı'nın haberi vardır...

Gazetecilikte haber takibinin ne kadar önemli olduğunu ve basının bundan nasipsiz olmasının siyasal sonuçlar bile doğurabileceğini bundan iyi ne anlatabilir? (A.G.)

İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR

Sabah'tan Emre Aköz'ün (12 Aralık) köşesinde yer alan "Sınır tanıyan gazeteci" başlıklı yazı....

  • Milliyet ile Hürriyet dün Radikal yazarlarından Mine Kırıkkanat'ı haber yapmışlardı. Milliyet olayı "Bu dava başka dava" ve "Sınır tanımayan gazeteci", Hürriyet ise "Kıvrıkoğlu'nu ordunun dava ettiği Türk gazeteci savunacak" başlıklarını kullanmıştı.

  • Hemen olayı özetleyelim: Hatırlarsınız, Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü Paris metrosunda, yere, basın özgürlüğünün kısıtlandığı ülkelerin haritasını çizmiş ve bu durumun baş sorumlusu olarak gördüğü siyasi-askeri kişilerin fotoğraflarını o haritaya yerleştirmişti. Gelen geçen bu fotoğraflara basıyordu.

  • Bunun üzerine, kendi fotoğrafı da kullanılan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu örgütü mahkemeye vermişti. İşte o davada M.Kırıkkanat, Kıvrıkoğlu lehine (dün) tanıklık edecekti.

  • İki gazete de özetle şöyle diyordu: "Bakın Genelkurmayın ve emekli subayların hakkında davalar açtığı bir gazeteci, konu milli bir mesele olunca, nasıl da bunları bir kenara bırakıyor. Ordusuna sahip çıkıyor."

  • Valla bu gazetelerin kendi gruplarında çalışan bir elemanı ön plana çıkarmalarını filan anlıyorum da... M.Kırıkkanat'ı biraz olsun tanıyan herkesin bildiği gibi burada hiçbir 'ironik' yan yok. Çünkü, bir kere, M.Kırıkkanat bir subay kızıdır. Babasıyla övünür. Benzeri kökenlere sahip birçok kişi gibi kendini ordunun bir uzantısı, 'aileden birisi' olarak görür. İkincisi ve daha da önemlisi, Kırıkkanat safkan bir 28 Şubatçıdır. Org. İ.Hakkı Karadayı'dan görevi aldıktan sonra, "28 Şubat bin yıl sürecek" diyen Org. Kıvrıkoğlu'nu desteklemesinden daha normal, daha olağan bir şey olamaz.

  • Sosyoloji bölümü mezunu olmasına rağmen toplumun bazı kesimlerinin siyasete katılmasına karşı çıkan M.Kırıkkanat'ın, "Sınır tanıyan gazeteci" diye sunulması herhalde daha doğru olurdu.

    (Not: Bu yazının ana fikri, "Kırıkkanat, Kıvrıkoğlu'nu savunmasın" değil. Tersine: "Kırıkkanat, Kıvrıkoğlu'nu en iyi savunacak üç beş gazeteciden biridir.")

    İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR

    Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'ün, "Bravo Mine, seni gözlerinden öpüyorum" başlıklı yazısından (13 Aralık)...

  • Şunu bütün içtenliğimle söylüyorum. Bir gün gerçek Türk entelektüelleri ansiklopedisi yazılırsa, burada Mine G. Kırıkkanat'a mutlaka bir madde açmak gerekecektir. Çünkü Mine bu davada, Türkiye'nin aydın geçinen bir sürü madrabazına, gerçek anlamda bir ''entelektüellik dersi'' vermektedir. Üstelik bu ders, gerçekten cesur bir çıkışa dayanmaktadır. Kendisi Paris'te, hem de Paris'in burnundan kıl aldırmayan aydın kesiminde yaşayan Mine'nin yaptığını yapmak yürek ister.

  • Soruyorum.

  • Bütün hayatını, ucuz bir ordu düşmanlığı üzerine kurup, Batılı sözde teşkilatların nezdinde makbul insan rolü oynamayı nerdeyse rant haline getirmiş hangi Türk aydını çıkıp bunu yapabilirdi? Türk ordusuna karşı söylediği her sözü yabancı gazetelerin başlıklarında görmeye alışmış, davet edildiği uluslararası toplantılarda Türk ordusuna her ''Faşist'' dediğinde alkış almayı neredeye orgazmik bir haz haline getirmiş olan hangi Türk entelektüeli Paris gibi bir yerde buna cesaret edebilirdi?

  • Biliyorum, şimdi o malum takım kendi korkaklığını, kendi tiynetsizliğini örtmek için Mine hakkında olmadık yalanı, senaryoyu üretecektir. Hiç yapmasınlar. Mine'yi birazcık tanıyorlarsa sakın yapmasınlar. Çünkü böyle korkak kalmak, rezil olmaktan iyidir. Gerçek aydın olmak işte böyledir. Ordunuzu eleştirin, ama hakkını yemeyin.

  • Gerektiğinde ve hak ettiğinde onu savunmaktan gocunmayın.

    Tadımlık

    Vatan'dan Zülfü Livaneli'nin 7 Aralık tarihli "Oh be! Nihayet Türkler geldi!" başlıklı yazısından. (Son bölüm):

    "Batılı çevreler yıllarca Türkiye konusunda ne tavır takınacaklarını bilemediler. Karşılarına çıkan diplomatların, devlet adamlarının ve profesörlerin çoğu, aydınlık, Batılı ve pırıl pırıl bir görünüm sergiliyordu.

    Bunları birer hilkat garibesi gibi görme eğilimine girdiler.

    Çünkü azgelişmiş bir Şark ülkesinin adamları olarak başlarını okşayıp 'Aferin evladım!' diyemiyorlardı.

    Şimdi çok memnunlar.

    Çünkü karşılarındaki insanlar ne post-modernizmden laf açıyor, ne Hegel'den, ne Descartes'dan.

    'Oh be!" diyorlar. 'Oh be! Nihayet karşımıza Türk gibi Türkler çıktı. Bizden olmayan Türkler!"

    Dolayısıyla alan memnun, veren memnun.

    Yalnız, yeri gelmişken bir soru soralım: İkiyüz yılımızı alan Batılılaşma çabaları başa mı gitti dersiniz?

    Bu uzun ve sancılı sürecin yetiştirdiği kuşaklar denize mi dökülecek?"

    Yorumu: Hayır denize dökülmeyecekler, bir sonraki seçime hazırlanacaklar! (K.B.)

    Mahçup eden 'Atatürkçü' refleks

    "İçişleri Komisyonu, dönemin ilk komisyon toplantısını yaparken, yeni milletvekillerinin de acemiliklerine sahne oldu. (...) CHP'li Sefa Sirmen de, dernek kurmaya engel suçlar arasında 'Atatürk'ün kişilik ve ilkelerine' ifadesinin eklenmesini istedi. Ancak Bakan Çiçek metinde zaten olduğunu belirtti..." (Sabah, 10 Aralık)


  • 15 Aralık 2002
    Pazar
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED