T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Meşruiyet krizi sistemi tehdit ediyor!

Üzerinde yaşadığımız ülkenin geleceği hakkında umutları, beklentileri ve bir takım kaygıları bulunan her akıl ve izan sahibi kişinin son yıllardaki gelişmeleri büyük bir kaygı, korku ve umutsuzlukla takip ettiğinden şüphem yok. Bütün bu olup bitenler; sadece siyasi alanda değil ekonomi, kültür, ahlak, toplumsa ilişkiler, iç ve dış siyasal gelişmeler, velhasıl her alandaki hazin olaylar, asalında birer somut sonuçtan başka bir şey değil. Evet bütün bunlar birer sonuç, asla bir başlangıç değil!

Şimdi asıl sorulması gereken soru şu: Bu yaşadıklarımız neyin sonucudur?

Biraz somutlaştırmaya çalışalım. Seçimlerin yargı denetim ve yönetiminde yapılmasından sorumlu Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) yedi üyesi toplanıyorlar ve yasanın kendilerine verdiği seçime girecek adayların seçilme yeterliliğini inceleyerek kimine vize veriyor, kiminin adaylıklarını ise kabul etmiyorlar.

İlk bakışta bu süreçte şaşılacak, eleştirilecek bir durum yok gibi gözüküyor. Şeklen her şey yerinde gibi. Ama kararın ve karara varan sürecin gelişimine bakıldığında işin nasıl bir vahamet derecesinde trajik bir hal aldığını görmek zor değil. Buradaki kritik soru şu olabilir: YSK'nin hukukçu üyeleri karar verirlerken neyi bir norm olarak kabul ettiler? Evrensel hukuk normlarını mı, mevcut yasaları mı, yoksa daha başka faktörleri mi?

YSK neye dayanarak karar veriyor?

YSK Başkanı karar verirlerken 30 Ağustosu, Çanakkale Savaşını, Sakarya Muharebesini, Türkiye'nin bağımsızlık savaşını filan dikkate alacaklarını ilan etmişti. Hiç kimse çıkıp da bu sayın başkan ne diyor, hukuku uygulamakla görevli bir kurul böyle bir şey yapabilir mi, diye sormadı. Karar çıktıktan sonra da pek çok kişi "Şeriatın kestiği parmak acımaz" diyerek alkış tutmayı ihmal etmedi. Bazısı da "Yargı kararını verdi, söylenecek bir şey yok. Saygı duymalıyız" diyerek hukuksuzluğa alkış tutmakta bir beis görmedi.

Dikkat ediyor musunuz? YSK'nin verdiği yasaklama kararı karşısında kişiler nerede duruyorlar? Alkışlayanlara bakıldığında zaten kararın nasıl bir siyasal amaca hizmet ettiği kendinden ortaya çıkmaktadır.

İşte bu bir sonuçtur. Neyin sonucu derseniz, birkaç yıldır değil ta 27 Mayıs darbesiyle birlikte siyasal işlevler de üstlenen bürokrasinin, yargının ve bazı kurumların toplumun kenar kesimlerinin sürece dahil olma isteğini ve zorlamasını engelleme telaşı ve çabasının bir sonucu. 27 Mayısın, 12 Martın, 12 Eylülün ve 28 Şubatın siyaset ve bürokrasi arasındaki ilişkilere getirdiği yeni boyutlar tartışılmadan, bürokrasinin siyasal işlevler de üstlenmesi ve bunu kamufle eden korungalar ortaya konulmadan şaşkınlıkla izlediğimiz bu sonuçları anlamamız zor gözüküyor. Mesela bir 28 Şubat olamasaydı bugünkü YSK kararı olur muydu? Bir 28 Şubat olmasaydı iki yıldır tüm toplumu perişan eden ekonomik bunalım yaşanır mıydı? Evet bu soruları sormadıkça asla sonuçları anlamak mümkün olmayacaktır.

Temelde meşruiyet krizi var

Bütün bu yaşananlar ve yaşanacak olanlar derin bir krize işaret ediyorlar. O da sistemin çok ciddi bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya olduğu sorunudur.

Yazılanlara, konuşulanlara ve tartışmalara bakıldığında kimse işin bu vahim boyutuna işaret etmiyor. YSK yasaklarla T. Erdoğan'in, N. Erbakan'ın, A. Birdal'in ve M. Bozlak'ın önünü kesti diye alkış tutanlar ve rakipleri zor durumda kaldı diye alttan alta tebessüm edenler acaba sistemin toptan bir meşruiyet krizine girdiğini görüyorlar mı?

Bu krizin farkında olan pek kimse gözükmüyor. Meşruiyet hangi siyasal sistem olursa olsun varlığının idamesini sağlayan ana faktördür. Hiçbir sistem veya rejim jandarmasız, polissiz ayakta duramaz, ama sadece polis ve jandarma ile ayakta duran hiçbir sistem yoktur. Sistem kendi mevcudiyetini toplum üyelerine kabul ettirmeli, benimsenmesini temin etmelidir. Korkutma ve yıldırma kısa dönemli bir meşruiyet unsuru olabilir. Demokratik toplumların meşruluğunu sağlayan ana saik sistemin rasyonel oluşu ve hukuk normlarına dayalı olarak işlemesidir.

Şimdi bir an için topluma dönüp bir bakalım, olup bitenlerin hukuka uygun olduğunu ve bundan dolayı da saygı duymak gerektiğini söyleyebilen kimse var mı?

Halka karşı hiçbir sorumluluğu bulunmayan bürokratların eylemleri sayesinde sistem giderek meşruiyetini kaybediyor. Toplum üyeleri bu tür bürokratik kararlara asla saygı duymuyor ve meşru görmüyor. Sayın YSK başkanının karar verirken Çanakkale Savaşını, Sakarya Muharebesini, 30 Ağustosu dikkate alarak karar vermesi ne kendine, ne mensubu bulunduğu yargıya, ne de sistemin meşruiyetine bir katkı sağlıyor. Tam tersine sistemin dayanaklarını berhava ediyor.

Siyaset ve temsil kurumuyla yarışa giren, onun işlevlerine de el atan ve yargı sistemini siyasal rekabetin aktif aktörü haline getiren bir sistemin meşruluk sorununu aşması ve toplumca benimsenmesi asla mümkün değildir. Korku ve kuvvet konjonktürel olarak ayakta durmasını sağlayabilir, ama meşruiyetten yoksun bir sistemin uzun vadede varlığını sürdürmesinin imkansız olduğunu hatırlatmak isteriz.


26 Eylül 2002
Perşembe
 
DAVUT DURSUN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED