|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bazıları nedense yaz mevsimini kitap okumak için bir fırsat telakki ediyorlar; tatildeyken daha çok ve daha iyi kitap okuyacaklarını düşünüyorlar... Ve tabiatıyla soruluyor "Ne okumak lâzım?" diye... Oysa ne kadar aptalca bir suâl: "Ne okumak lâzım?" Yolda olmayanların kendilerini yoldaymış gibi hissetmek istemelerini bir türlü anlayamıyorum. Fakat yola dahil olanlar ve dolayısıyla Kurt Kur'anı hatmine çökmeyi hayal edenler için hâlâ söylenecek şeyler var; zira söylenmiş şeyler var... Tekrara lüzûm duymam da bundan... İşte onlar için tekrar bir "tekrar" (10 Mart 2000 Cuma): Her insanın hayatında öğrenilmeye değer "şeyler" olduğuna/olabileceğine göre, "Okunmaya değer hâtıratlar hangileridir?" suâline cevap vermeye bile değmez. Binaenaleyh her hâtırat -kim ne derse desin- okunmaya değer bir husûsiyet taşır; zira her hâtıratın (bir diğer deyişle: "insana dâir her tecrübenin") başkalarına öğreteceği -az ya da çok- bir şeyler muhakkak bulunur. En güzel gözler, en güzel kaşlar, en güzel saçlar, en güzel yanaklar, en güzel ağız, en güzel dişler, en güzel burun, en güzel çene, en güzel boyun, vs. bir araya getirildiğinde en güzel çehre'nin meydana gelmiş olacağını sanmanın aptalca bir tutum olduğunu bilmek kaydıyla, dileyenler için işte "hatim" (!) öncesi gezilecek bazı vâdiler... - Ali Fuat Başgil'in Hatıraları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1990 Kısa ve fakat ibret-âmiz bir sürecin hüzünlü hikâyesi... 60 İhtilâli sonrasında mağdur edilmiş yaşlı ve itibarlı bir ilim adamının, büyük bir hukukçunun hayatından veciz bir kesit... Kendisi şöyle diyor: "Ekseriyetle hâtıraların tarihçi nazarında objektif kıymeti zayıftır. Çünkü hâtıra sahibi, naklettiği hâdiselerin hem aktörü, hem de müşahidi rolündedir. Aktör sıfatıyla rolünü oynar, müşahid sıfatıyla da onu nakleder. Bu sebeple tarihçi, hâtıraların tarafsızlığını -haklı olarak- daima şüpheyle karşılar. Bunu bildiğim için, ben bütün dikkatimi toplayarak objektif kalmaya ve naklettiğim hâdiselerde tarafsızlığımı muhafaza etmeye çalışacağım." Çankaya savaşlarını takip eden gazetecilerin ve siyasetçilerin bu küçük hâtıratı okumalarında fayda var. Çünkü hâtırat, aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı yolunda ilerleyen Başgil'in, istikrar adına çelmelenmesinin de öyküsünü de ihtiva ediyor... - Cemil Meriç, Jurnal I-II (1955-1983), İletişim Yayınları, İstanbul, 1998 "Günlük" sûretinde bir hâtırat... Daha doğrusu günah hücresindeki samimi itiraflar... Kelimenin tam anlamıyla bir muzdaribin çığlıkları... O sadece üslûb sahibi biri değildi, bizâtihi bir üslûb idi. - Cemil Meriç ile Sohbetler (Halil Açıkgöz), Seyran Yayınları, İstanbul, 1993 Bu kitap okunmadan Jurnal'leri sağlıklı olarak yorumlamanın güç olacağına inanıyorum. Çünkü kayıtların sefaleti dahî muhtevanın ihtişamını gölgeleyememiş... - Kemal Tahir'in Sohbetleri (İsmet Bozdağ), Emre Yayınları, İstanbul, 1995 Bilgi'de kral yolu yoktur, lâkin Kemal Tahir'i, bu yerli sesi tanımak isteyenlerin ona en kısa yoldan yaklaşabilecekleri zengin, zengin olduğu kadar da önemli bir hazine... "Doğu dinlerinin yarattığı altrüist ahlâkın nasıl bir insan türü ortaya koyduğu, Batı'nın egoist ahlâkıyla bu noktada nasıl bir çatışma içinde bulunduğu iyice araştırılıp su yüzüne çıkarılmadıkça, değil Türkiye'de rejim tazelemek, abdest tazelemek bile mümkün değildir" diyen bu ustanın sözlerine muhakkak kulak vermeli... - Tanpınar'dan Hasan-li Yücel'e Mektuplarr (C. Y. Eronat), YKY,İstanbul, 1997 "En güzel romanı kendi göz kapaklarımızın arkasında geçmiş günlerimizden birisini, yahut birçoğunu kendisinde toplayan bir hayalini seyrederken yazıyoruz. Hatırlatma, bütün sanatların galiba annesi." Gerçekten de hayat gözlerimizin önünden ziyade ardında akıyor. Kapatabilmeyi başarabilenlere ne mutlu! - Genç Bir Şairden Genç Bir Şaire Mektuplar (A. Behramoğlu-İ. Özel), Oğlak Yayınları, İstanbul, 1995 "ARTIK her şeyi anlıyorum. Ve bu bana (garip değil mi) ızdırap veriyor. Kafamın hızla kategorilere doğru yol alması, her şeyi yerli yerinde görebilme yeteneği canımı sıkıyor. Oysa daha gençken hiçbir şey bilmiyordum ve bilme arzusu bende büyük bir taşkınlık yaratıyordu. Şimdi herşeyi yine BİLMİYORUM, ama ANLIYORUM. İçimde yatan mitralyöz kullanma duygusu körelmedi. Yine de bunu anlıyor olmak acı veriyor bana. Mitralyöz kullanmanın gerekliliğini anlıyorum ama eskiden yalnızca isterdim." Özel'in mektupları için nedense aklıma ilk gelen niteleme sözcüğü: yalnızca... Yalnız'mış... yalnız'ca yazmış... (Hâlâ yalnız'ca yazmıyor mu?) Bu bakımdan herkes'e değil, uzun yıllardır peşimi bırakmayan yaşama tembelliği'ne düçar olanlara önerebileceğim bir metin... Açıklanabilecek gibi değil, anlamak lâzım. Not: Genç yaşlarımda "okumak insanı olgunlaştırır" diye okumuştum. Olgunlaşmak ölmekmiş oysa...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |