|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Cinayet "yorum" gerektirmeyecek kadar açık... 71 yaşındaki Medine Bircan, sağlık karnesinde başı açık fotoğraf" bulundurmadığı gerekçesiyle İstanbul Tıp Fakültesi Hastanesi'ne kabul edilmedi ve tedavisi yapılamadığı için önceki gece öldü. Gazete haberi... Hayır, şaşırmadım. Nutkum tutulmadı. Haberi bir moron genişliğiyle okudum. Sonra gazeteyi bırakıp gündelik hayatıma koyuldum. "Keyfim yerindeydi ve bundan tiksiniyordum. Herşeye gülümsüyor, ciğerlerimi durmadan temiz havayla dolduruyordum." İnsanlar çalışıyorlardı, eğleniyorlardı, çiftleşiyorlardı, acı çekiyorlardı, seyahate çıkıyorlardı, gülüyorlardı, ağlıyorlardı, sıkıntıdan kurtulmak için her gün yeni bir oyun icat ediyorlardı, süpermarketlere doluşuyorlardı, güvenlik kameralarına el sallıyorlardı... Doktor Adrien İlie doğru söylüyordu. Dünyaya bir kez geliyordunuz ve yaşadıklarınız, sizden önce doğmuş insanların yaşadıklarından farklı değildi. Doğuyordunuz, büyüyordunuz, ölüyordunuz. Yaşayarak elde ettiklerinizi ölerek yitiriyordunuz. Doğumla ölüm arasındaki süre acı çekmek için yeterliydi. Acı çekiyorduk. Acı çektiğimiz için densiz ve megolomandık. İnsanlığın çöküşüne tanıklık ediyorduk. Kurumları, genelgeleri, tamimleri, filozofları katlanılmaz buluyorduk. Hiyerarşiden ve güçlü insanların "sağlıklı" dünyalarından tiksiniyorduk. Varlığımız kamu düzenini zaafa uğratıyordu. Devletin yasakladığı ne varsa yapmak bizi gülünçleştiriyordu. Gülünç olmak insana mahsustu oysa... "Düzenli aralıklarla tiranların, egemenlerin alay konusu olmayan biri insandan sayılmayı hak etmiyordu; insanın var olup olmadığını anlamasının tek yolu kendisini gülünçleştirmesiydi." İktidarı sevmediğimiz için gülünçtük. Her türlü teori, kuram, nazariye, önerme aynı kapıya çıkıyordu: "İktidar adalet duygusunu öldürüyor..." Böyle bir dünyada tutunabilmek için iktidarın iğvasına boyun eğmek şarttı. Gözetlenmeye, denetlenmeye, genelgelerin öngördüğü çerçevede yaşamaya... Teknik, medeniyet, iletişim araçları, bindiğimiz otomobiller, kullandığımız cep telefonları, hayatımızı kolaylaştırdığını sandığımız aparatlar, kurumlar, yapılar, ödüller, taltif mekanizmaları içimizdeki adalet duygusunu yok ediyor ve yavaş yavaş ölüyorduk. Önce teslim oluyor, sonra ölüyorduk. Medine Bircan bir provakatördü (!). Medine Bircan genelgelere karşı çıkan bir haydut (!). Medine Bircan karşısında özgürlüğün bile işe yaramadığı bir egemenlik sistemine doğmuştu ve uygarlığın insanlığın yararına olmadığını görüyordu. Medine Bircan öldü. Bundan sonra kimden nefret edeceksiniz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |