T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Çağdaşlığın doğru tarifi

8 Mart, Dünya Kadınlar Günü. Bu vesileyle, Konya'da, Mazlumder'in tertiplediği bir toplantıya katılacağım. Mazlumder, ayırımcılığa uğrayan kadınların sorunlarını tartışmak için panel düzenledi. Orada başörtüsü mağduru hanımlardan söz edeceğiz.

Yanlış tarif

1980'lerden beri süren bir sıkıntı, bir sorun ile karşı karşıyayız. Çağdaşlaşmayı yanlış tarif edenler, dinî inanç gereği başını örtenleri hasım bellediler. Her gün yeni bir yasak icat edip, onları dünyadan, faal hayattan iyice tecrit etme niyetindeler.

Oysa çağdaşlaşma veyahut modernizasyon (medenilik, sivilleşme) denilen şey kılık kıyafet değişikliği ile gerçekleşmez. Üniversiteye giden, bir meslek sahibi olan ve çalışan kadın, evinde oturan ve sadece eş veyahut ana konumunda bulunan "isimsiz kadınlardan" çok farklıdır. Çünkü o, artık bir bireydir; toplumun faal bir ferdidir.

Bu sözlerden, ev hanımlarının kişiliksiz olduğu gibi bir kanaat çıkmasın. Sadece, ünlü sosyoloji profesörü Nilüfer Göle'nin de "Modern Mahrem" kitabında altını çizdiği gibi, çalışan veyahut okumak isteyen hanımları evlerinde oturmaya mahkûm etmenin, sözüm ona Türkiye'yi çağdaşlaştırma uğruna yapılmasının, nasıl büyük bir çelişki olduğunu ortaya koymak istiyorum.

Vesayetçi yaklaşım yanlış

Demokratik bir toplum, açık bir toplum, tartışan konuşan bir toplum daha kolay modernleşir, medenileşir. Bu yüzden vesayetçi yaklaşım yerine, fertlerin gelişmesinin önündeki engelleri kaldırmalıyız. Daha çok kadın okumalı; iş sahibi olmalı, ekonomik özgürlüğünü kazanmalı. Çalışmasa bile en azından kendini istediği gibi yetiştirmeli, cahil kalmamalı.

Araba kullanan kadın; bilgisayar sahibi kadın; gazetede muhabirlik yapan veyahut bir iş merkezini yöneten kadın. Dişçi, doktor, mühendis olarak çalışan kadın. Milletvekili seçilmiş veyahut bakanlık yapan bir kadın.

İster başı bağlı olsun ister açık. Bu teferruata aldırmadan, o geniş potansiyeli, üretime dönüştürebildiğimiz, toplumun sorumluluk taşıyan kişilikli fertleri haline getirebildiğimiz ölçüde, Türkiye'nin modernleşmesine hizmet ederiz. Medeniyete, taklitçilikle değil, cemiyeti oluşturan insanları geliştirerek, ulaşabiliriz.

İmam Hatip Liseleri

Diğer kanayan bir yara da İmam Hatip Okulları. Bu liseler, Kilise'nin dogmalarının tartışılmadan okunduğu Skolalar değil ki, bunlara –çağdaşlık adına– tepki gösteriyorsunuz. Hatta Osmanlı döneminin medreselerine de benzeyen bir tarafları yok. Bu okullarda bilim gereği olan her türlü ders okutuluyor. Zaten tedrisat, Milli Eğitim Bakanlığı'nın denetimi altında düzenleniyor.

28 Şubat sürecinde, "Kuran kursları Diyanet kontrolünde, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlansın" diye çaba sarfedildi. Oysa İmam Hatiplerin Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı olması da bir şey değiştirmedi. Onlardan da kuşku duyuluyor. Öte yandan Diyanet İşleri zaten devletin bir kurumu. Diyanet'in denetlediği Kuran kursları niçin belli kesimlerde endişe uyandırıyor?

Gardrop devrimciliği

İşte bu noktada, modernleşmenin farklı ve yanlış bir tarifi ortaya çıkıyor. Kimileri, Batılı insana benzedikçe modern olabileceğimizi düşünüyor. Ecevit'in bir zamanlar "Gardrop devrimciliği" diye eleştirdiği işte buydu.

Zaten öteden beri devlette gizli bir denetim sürüp gider. Özellikle taşraya gelen müfettişler, memurların içki ile münasebetini çeşitli vesilelerle tartma imkânını bulur. Soruşturup eşinin başının kapalı olup olmadığını da öğrenir.

İçki içmiyorsanız, eşinizin başı kapalıysa, 5 vakit namaz kılıyorsanız, üç lisan da bilseniz, bilgisayarda uzman bile olsanız, müspet bilime herkesten fazla ilgi de duysanız, "ilericilik-gericilik" terazisinde gene irtica kefesine konulursunuz.

Dans dersi

Bizim derin devletimizin bu zihniyetini bildiğim için, "Valilere, kaymakamlara dans dersi verilecek" haberini hiç yadırgamadım. Vilayet ve ilçelere gönderilecek mülkî erkân, sadece vals ve tango öğrenmekle kalmayacak, hangi yemekle hangi şarap içilir eğitimini de alacakmış.

Müslüman mahallesinde salyangoz satmak işte buna denir.

El sıkmayan "gerici vali veya kaymakamların" yerini, vals yapan, şarap içen (belki beyaz leblebi ile rakı içen) "çağdaş vali ve kaymakamlar" alacak.

Bugün bize komik gibi görünen bu uygulamanın, yarın MGK kararlarıyla ısrarlı bir takibinin yapılması kuvvetle muhtemeldir.

Nice olmaz dediğimiz şeyler gerçekleşti, gerçekleşiyor. Muhafazakâr bir çoğunluğun bulunduğu Müslüman bir ülkede, din ve dindarlar tehdit haline geldi. Görünmesinler, okumasınlar, kilit noktalara gelmesinler.

Başörtülü kadınlar sadece üniversitelerden değil, Milli Eğitim'e bağlı olarak faaliyet gösteren, amacı ev hanımlarına bir meslek kazandırmak olan biçki-dikiş-nakış kurslarından bile dışlanıyor.

* * *

Bence, Türkiye, gerçek anlamda çağdaş olmak istiyorsa, önce bu kafa değişmeli. Tıpkı laiklik gibi, çağdaşlığın da doğru bir tarifi yapılmalı.

Ancak, özgür bir ülke ve özgür bir birey, çağdaş, daha doğru bir kelime ile "medenî olma" vasfına lâyıktır.

Bu yüzden demokrasi, kurum ve kurallarıyla eksiksiz işletilmeli, herkesin kendini geliştirebileceği, fikirlerin rahatça tartışılabileceği serbest bir zemin oluşturulmalı.

Fertler muhakeme edecek, düşünecek, düşüncelerini söyleyecek, tartışacak. Birbirini etkileyecek, birbirini dönüştürecek.... Ve toplum duyarlı, kararlı bir yapıya kavuşacak...

Sen tepeden inmecilikte ısrar edersen, koyun sürüsünden kurtulamazsın ki!

İsterse o koyunlar, kafalarında fötr şapka, sırtlarında smokinle dolaşsın, dans etsin. Rakı ile beyaz leblebi yemeyi, balıkla şarap içmeyi öğrensin.

Böyle yapınca, çağdaş mı sayılacaklar?


7 Mart 2002
Perşembe
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED