T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Sahte tartışmalar, gerçek pozisyonlar

Avrupa Birliği konusunda ortaya çıkan tartışmaların ekseni, Türkiye'nin büyük bir siyasi birliğe üye olmasının getireceği sorunlar ya da açılımlar düzleminden süratle kayıyor. AB, Türkiye'de dar alan siyasetinin bir parçası haline getirilmeye çalışılıyor. Bu da siyasetsizleşmenin ne kadar derinleştiğinin bir işareti.

Siyasetsizleşme, siyasetin alanının daraltılması ile varolur, ama siyasetin ve toplumun yerini devletin alması ile "kurumsallaşır". Siyasetin ve toplumun reddinin ardından, her şey devlet içinde pozisyon kapmaya göre şekillenir çünkü.

Uzun zamandır hemen hiçbir tartışmada siyaset ve toplum eksene alınmıyor. Siyasetin ve toplumun yerine "idare" ikame edilmeye çalışılıyor. işbaşındaki Hükümet de, siyaseti ve toplumu temsil etmek yerine, "idare"yi temsil etmeyi önceleyen bir tutum sergiliyor.

Hepimiz biliyoruz ki, Hükümet içindeki tartışmalar, siyaset ve toplum adına yapılan tartışmalar değil; Hükümet ortakları arasında ortaya çıktığı söylenen ayrılıklar, toplumsal taleplerin siyasi temsiline göre şekillenmiyor.

Toplumsal taleplerin siyasi temsili söz konusu olsaydı, böylesi bir hükümet tablosunun bugüne kadar devamlı olması sağlanamazdı. Toplumdan kopmuş ve artık siyaseti ciddiye almanın gereklerinden uzaklaşmış bir tutum var ortada. Hükümet ortakları arasında ortaya çıkan çatışmalar, sadece, devlet içindeki pozisyonların korunmasına dönük.

Bunun da açık bir sebebi var. "Siyasetsizleşmenin kurumsallaşması" yüzünden, bir sonraki hükümet kompozisyonunun toplum ve siyaset ekseninde değil, "idare"nin gerekleri temelinde oluşacağı öngörülüyor. Bu nedenle de Hükümetin ne idamın kaldırılmasından yana olan tarafları, ne de idamın kaldırılmasına karşı olan tarafı, bu tavırları siyaset ve toplum adına inşa etmiyor. Bütün tavırlar, zaten yeterince dar olan ve tamamen devlet mantığı tarafından örtülmüş bulunan siyasetsiz siyaset alanında egemen olmaya dönük.

İşte bu noktada AB eksenli tartışmaların, Türkiye'nin siyasi ve idari standartlarını yükseltmeye dönük değil, Hükümeti oluşturan siyasi partilerin çıkarlarına paralel olarak yönlendirildiğini görüyoruz. Aksi olsaydı, AB tarafı gözüken Hükümet ortakları siyasi alanın genişlemesine dönük aktif pozisyonlar alırlardı veya "AB karşısında teslimiyetçi olmayalım" diyen MHP'nin siyasi alanın genişlemesi veya toplumun eksen olması adına ciddi bir performansı olurdu.

Bu nedenle ortaya çıkan tartışmaların üzerinden sahtelik gölgesi kalkmıyor. Siyaset ve toplum konuşulmadan, iç dinamikler ve dış dinamikler konuşulduğu için de, idareden türeyen tartışmaların sahteliği, sivil alandaki tartışmalara da gölge düşürmeye başlıyor.

Devlet siyasetinin sivil sözcüleri, AB'nin bizden istediklerinin ardında çeşitli gedikler ararken, nedense, siyaseti ve toplumu gündemlerine hiç almıyorlar. Bu nedenle, AB konusundaki maddi gerçekleri gözler önüne serme adına ortaya koydukları argümanlar, siyasetin ve toplumun reddi sürecine destek vermenin örtüsü haline geliyor.

AB'ye girişten yana olanların, siyaseti ve toplumu eksen alan bir düzlemde durmaları, bunu zedeleyen bir biçimde dış dinamikleri bire bir iç dinamik haline getirme refleksi üretmemeleri gerekiyor. AB'ye karşı argüman üretenlerin ise, bu argümanlarının altına, siyasetin ve toplumun reddi mantığını yerleştirmediklerini ispat zorunlulukları var.

Sahte tartışmaların içinden sıyrılıp, gerçek pozisyonlar üretmek ancak böyle mümkün olabilir…


7 Mart 2002
Perşembe
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED