|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Amerika'ya uçarken Atlantic Monthly dergisinde Paul Wolfowitz'le ilgili bir yazı okuyordum. Bürosunun girişindeki bir fotoğraftan söz ediyordu. Fotoğrafta, Wolfowitz'in bir yanında Dick Cheney, diğer yanında Donald Rumsfeld. Dick Cheney imzasıyla fotoğrafın üzerinde 'Paul, söyle bakalım bugüne dek birlikte çalıştığın en iyi Savunma Bakanı kim?' yazısı. Cheney'in el yazısıyla... Atlantic Monthly'nin yazarı, genellikle üstlerin astlarıyla çektirdikleri fotoğraflara böylesine şakacı sözcükler yazmadıklarına işaret ederek, bunun Wolfowitz'in Savunma Bakan Yardımcısı sıfatından daha ötede bir güce sahip olduğunu ortaya koyduğunu anlatıyordu... Bu satırları okurken, Paul Wolfowitz'in Johns Hopkins Üniversitesi'nin lisansüstü bölümü SAIS'teki (Gelişmiş Stratejik Araştırmalar Okulu) dekanlık odasındaki fotoğrafları gözümün önüne getirdim. En büyük fotoğrafı, yarı gururla bana göstermişti. Körfez Savaşı günlerinde, bir üst düzey toplantıda Başkan Bush'un iki yanında, o dönemin Savunma Bakanı Cheney'in yanıbaşında, karşı koltuklarda dönemin Genelkurmay Başkanı Colin Powell, Ulusal Güvenlik Başdanışmanı Brent Scowcroft; masanın iki yanına üzerlerinde spor kıyafetler dizilmiş, tartışırlarken göründükleri kocaman bir fotoğraf. Atlantic Monthly'de sözü edilen fotoğraf yeni olmalıydı... Aradan üç gün geçtikten sonra, o fotoğrafı gördüm. Dekanlık odasından hatırladığım o büyük çerçeveli fotoğrafın tam karşısına yerleştirmişti. O fotoğrafın yanında üstüste asılmış iki fotoğrafta, Paul Wolfowitz, şimdiki Başkan George W.Bush ile ve altında Bush'un imzasıyla kısa teşekkür yazıları. Ama asıl ilginç olan, Cheney'in şaka yollu ithaf yazısının bulunduğu fotoğrafın hemen üzerinde, Paul Wolfowitz'in Donald Rumsfeld'le bir fotoğrafı ve Rumsfeld'in imzasının üzerinde el yazısıyla 'Paul, Help!' sözcükleri. Yani, 'Paul, İmdat'... Besbelli ki, Rumsfeld de Paul Wolfowitz'e ilişkin olarak aynı şakacı yakınlıkta. Daha önemlisi, bu şakacı satırın içerdiği, Paul Wolfowitz'in Amerikan karar verme mekanizmasındaki etkisinin ve rolünün boyutları. Malum, Wolfowitz, 11 Eylül'den bir gün sonrasında Irak'ı ilk telaffuz eden Amerikan yetkilisi idi ve 'bazı devletlerin sona ereceğini' söyleyerek kimi çevrelerin tüylerini diken diken etmişti. O gün bugündür, Irak konusunda 'Amerikan şahinlerinin lideri ve teorisyeni' olarak tanınıyor. Bu imajından mutlu değil. Şikayetçi bile denebilir. Yıllar öncesinden ve siyaset alanına yansıdığından farklı özellikleriyle tanıdığım eski dosta, 'Gerek Türkiye'de, gerekse burada Amerika'da öyle tanımlarını dinliyorum ki, kendimi 'Bu sizin anlattığınız Paul Wolfowitz, benim tanıdığım Paul Wolfowitz değil' demek zorunda hissediyorum' diyorum. Buruk bir gülümsemeyle teşekkür ediyor ve 'Bulunduğum konum, kendimi senin ifade tarzınla savunmama engel oluyor' diyor. Durumun tuhaflığını seziyorum. Dünyanın en güçlü ülkesinin 'şahinlerin lideri' diye bilinen yetkilisi, kişiliğine haksızlık yapıldığını gördüğünde kendisini ne kadar da zayıf ve kırılgan hissedebiliyor... Paul Wolfowitz'in siyasal duruşunun, görüşlerinin tanımı 'sosyal-liberal'. Sanıldığı ve tanıtıldığı gibi bir 'aşırı sağcı muhafazakar' değil. Kökeni itibarıyla bir BrooklynYahudisi ama hiçbir zaman koyu İsrail yanlısı bir tutum ortaya koymadı. Yıllar önce, Henry Kissinger'ın en güçlü döneminde, onun 'Realpolitik' anlayışına karşı çıkacak entelektüel cesareti göstermiş ve 'Realpolitik'in karşısına Wilsoncu esintilerle 'dış politikada ahlaki değerler'in gerekliliğini vurgulamıştı. Nitekim, bu çizgisini, Cumhuriyetçiler'in büyük bölümü, Clinton'un Bosna ve Kosova'daki müdahalelerine karşı çıkarken, ateşli biçimde Sırp saldırganlığının cezalandırılması ve Miloşeviç'in yıkılmasını isteyerek ve Bosna ve Kosova'da Müslümanlar'dan yana müdahaleyi destekleyerek, tutarlı biçimde ortaya koymuştu. Baskıcı rejimlerden nefret ettiğini ve Amerika'nın gücünü o rejimleri yoketmek ve demokrasilere yer açmak için kullanması gerektiğini düşündüğünü biliyorum. Asya'dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı iken, Filipinler'de Marcos rejiminin devrilmesinde başrolü oynamıştı. Endonezya'da büyükelçi iken, ülkenin 'liberal İslamcı' siyasi çevreleriyle kurduğu sıcak ilişkiler, Endonezya'da hâlâ hatırlanıyor. Endonezya'da sevilen ve güvenilen bir isim ve kendisinin de Endonezya'ya zaafı devam ediyor. Kendisiyle ilk tanıştığımızda ilk yaptığı, beni, Washington kaldırım üstü mütevazı bir Endonezya-Malezya lokantasına götürmek olmuştu... Saddam Hüseyin'e ve daha doğrusu Saddam rejimine husumeti, rejimin zalim, baskıcı karakteriyle ilgili. 'Irak halkını baskıdan kurtarmak ve özgürleştirme' gereğine adeta bir misyoner gibi inanıyor. Şu anda bulunduğu yetkili konum, yetkisinin boyutlarını aşan bir etkiyi bu amaçla kullanmaya onu sevkediyor. Wolfowitz, dış politikada 'insan hakları, demokrasi ve moralist değerler' ile 'Realpolitik'in ilginç bir sentezinden yana. Paul Wolfowitz'le ve Washington 'insider'ları yani Washington'un Irak ve Ortadoğu politikasını 'içerden' gözleyen ve izleyenlerle konuştuktan sonra, Türkiye kelimesinin hemen hiç telaffuz edilmediğini ya da pek az telaffuz edildiğini farkediyorum. Washington'dan Irak'a doğru bakıldığında, Türkiye'nin rolü, Türkiye'de 'kendimize atfettiğimiz' rolden bir hayli farklı gözüküyor. Bu, belirli ölçüde, Amerika'nın Irak'a karşı harekete geçmesi halinde, Türkiye'nin Amerika'nın yanında yer alacağı kanısından –kanıdan öteye bu konudan bilgiden ve bunun bilinçaltı rahatlığından kaynaklanıyor. Ama asıl önemlisi, askeri harekat için Türkiye'ye, Türkiye'de sanıldığı kadar bir ihtiyaç bulunmamasından kaynaklanıyor. Irak'ın güney cephesi, petrol kaynaklarının asıl bölümünün bulunduğu alan ve 'jeopolitik anlamda' Körfez dengelerini ve petrol politikalarını ilgilendiren bölümü, kuzeyine oranla daha öncelikli. Hatta, Washington kulislerinde, el altından bu konuda İran'la temas yapıldığı ve daha da ötesi 'işin bağlandığı' söylentileri yayılıyor. Bunda, Türkiye'nin harekata ilişkin isteksiz görüntüsü ve Barzani ile Talabani'nin ayak sürümesinin etkisi var mı? Hayır, yok. Öyle bir gelişme olursa, Türkiye'nin yer alacağından emin olunmanın yanısıra, Barzani ve Talabani'nin de işbirliğine gireceklerine en ufak bir kuşku bulunmuyor. Sebep, Irak harekatının Ortadoğu dengeleri, petrol, Körfez'in geleceği ile ilgili boyutlarının daha ön planda olması. Bu arada, Filistin-İsrail ekseninde zembereğinden boşalan şiddet ortamının, daha doğru bir deyimle 'Filistin-İsrail Savaşı'nın eriştiği boyutlar, Irak harekatını geciktirici bir etki yapıyor ve Washington'un kaygıları ve dikkatleri, pek sezdirmeseler de, öncelikle olarak Filistin-İsrail eksenine kayıyor. Washington'da bugünlerde öncelikli konu bu. Ortadoğu, nereye doğru, nasıl gidiyor? Yarına.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |