|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın, dün Harp Akademileri'ndeki "Avrupa Birliği Sempozyumu"nda söz alıp, "Zaten Avrupa Birliği, milli menfaati olduğu konularda Türkiye'ye destek vermiyor" demesi önemlidir.. Orgeneral Kılınç, düşüncesini daha da açmış ve Avrupa Birliği'ne alternatif de sunmuştur. -Türkiye başka ülkelerle işbirliği yapmalı. Mümkünse, ABD'yi de gözardı etmeden, Rusya ve İran'ı da içine alan bir politika gütmeli, demiştir. Milli Güvenlik Kurulu'nun ve Genel Sekreteri'nin, hem anayasal, hem yasal, hem de fiili gücünü bilen iç ve dış gözlemciler, Org. Kılınç'ın "Anti-Avrupa Birliği Lobisi"ni mutlu edecek bu sözlerini, herhalde derinine değerlendirecekler.. Bilelim ki, bizde Org. Kılınç gibi Avrupa Birliği karşıtları ne kadar varsa, Avrupa Birliği içinde de, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üye olmasına karşı olan, o kadar çok odak var.. Örneğin bunlar, şimdi rahatça spekülasyona başlarlar.. -Gördünüz mü? Zaten Türkiye, askeri-demokrasi.. Askerler Avrupa Birliği'ne karşı olduğuna göre, bunlar Kıbrıs'ta da uzlaşma istemiyorlar.. Denktaş'ın Klerides'le görüşmesi, gösteriden başka birşey değil, derler.. İçerideki "Kuvayı Milliyeciler" ise, herhalde şu yorumu getirir.. -Gördünüz mü? Asker, Karen Fogg'la yazışanlara da, tavrını koydu.. Ayrıca "A.B. karşıtları asker gölgesine sığınmayın" diyen Mesut Yılmaz'a da, gereken cevap, bir Orgeneralin ağzından verildi, derler.. Bütün bunlar, devleti yönetenlerin veya yönettiklerini zannedenlerin meselesi.. Askerlerin, son 40 yılda doğrudan veya dolaylı dört defa siyasete müdahale ettikleri ve iki kez parlamento kapatıp, Anayasa'yı yırtıp attıkları bir ülkede, "efendim, askerler neden siyasi konuşmalar yapıyor" diye tartışmak, en azından akla zarardır.. Benim merak ettiğim konu şu.. Orgeneral Kılınç, Avrupa Birliği karşıtı kampı ve mesela Doğu Perinçek'i de mutlu edecek bu düşünceleri, bir "Oyun Teorisi"nin gereği olarak mı, yoksa aldığı "Eğitim"in sonucu olarak mı söyledi? Eğer "Oyun Teorisi"nin pratiğe uygulanması ise Org. Kılınç'ın sözleri, bunlar ilgi çekici olabilir.. Biliyorsunuz.. Macar asıllı Amerika'lı matematikçi John Von Neumann'ın (1903-57) geliştirdiği bir olgu bu "Oyun Teorisi." En fazla da, askerler tarafından kullanılmış.. Örneğin 2'nci Dünya Savaşı'nda, denizaltı savaşının kâr ve zararları hesaplanırken, Almanlar bu teoriye başvurmuşlar.. Özetle, çoklu veya ikili ilişkiler, birer oyundur.. Bu oyunda, taraflar kazançlarını artıracak, zararlarını ise asgariye indirecek stratejiler uygularlar.. Bazı oyunlarda, bir taraf kazanınca, diğer taraf kaybeder.. Bazı oyunlarda ise, çoklu çıkarlar vardır.. Biri kazanınca, diğeri ille de kaybetmez.. Mesela rulet kumarında, aynı anda birden fazla kişi kazanamaz mı? "Oyun Teorisi"nde, tarafların "sabırlı", "bilinçli", "hesaplı", "strateji sahibi" ve "şanslı" olmaları önemlidir.. Bilgi veya enformasyon, oyunda kazanmak için şarttır.. Acaba Org. Kılınç, bir yanında Avrupa Birliği, diğer yanında Türkiye'nin bulunduğu bir tabloda, Rusya ve İran'ı devreye sokacak, bir yeni oyun mu kurmayı denedi, beyninde? Eğer böyle ise, bu tartışılır.. "Avrupa Birliği"nin bir "uygarlık projesi" olduğu, ekonomik açıdan vazgeçilmezliği ve Türkiye için yeniden-yapılanmayı şart kılan zorlayıcı nitelikleri gündeme getirilir.. Ama eğer Org. Tuncer Kılınç, "Oyun Teorisi" içeriğinde değil de, aldığı eğitimin gereği olarak "Zaten onlar bizi sevmiyor.. Zaten herkes bize düşman" çizgisinde Avrupa Birliği'ne tepki koyduysa, durum farklı olur.. Eğer durum böyleyse, sorumlu olan Org. Kılınç değil, Türk eğitim sistemidir.. Bu sistem, Türkiye'yi Batı'ya açan Atatürk'ü bile, sonunda "Kemalizm ideolojisi"ne oturtup, "anti-Batı bir 3'üncü Dünya lideri" kimliğine sokmamış mıdır?
ŞAKA
Realite'nin içi ve dışı!..
Bu "Kürt Realitesi" yurtdışından geldiği zaman "Kürdistan Yurtseverler Birliği Lideri" Celal Talabani olarak kabul ediliyor Ankara'da.. Ama aynı "Realite", yurtiçinde seslendirilince, ya partileri kapatılıyor, ya da birileri gözaltına alınıyor.. Yani bu meselenin içi dışına çıkmış vaziyette..
TARİHE BİR BAKIŞ Eğitim mi, doktrinasyon mu?
Bu Avrupa tarihine, "aydınlanma"ya falan çok iyi bakmamız gerekiyor galiba.. Son Avrupa gezimde, müzeleri, tarihi yapıtları gezerken, hep dikkatimi çekti.. Bir döneme kadar, "yazı" yerine "resim", "vitray", "heykel" gibi görsel malzemeler, daha çok kullanılmış her mekanda.. Bunun sebebi, Avrupa toplumunun okur-yazar olmaması.. Kiliselerdeki resimleri, ikonaları falan, "çizgi roman" gibi kullanıp, dinî ve tarihî bilgileri, kitlelere aktarmışlar din adamları.. Zaten Ortaçağ Avrupa'sında, okuma-yazma öğreten tek kurum kilise olmuş.. Bu yüzden de, okuma bilene ya "din adamı" demişler, ya da kilise mensubu diye bakmışlar.. "Okul", "ekol", "school", hep "skolastik" düşünce ve eğitimin simgesi olmuş.. Ne zaman ki Rönesans'la birlikte "Hümanist" eğitim gelmiş.. O zaman Strazburg'da açılan ilk kilise-dışı okula, mesela "Gymnasium" demişler.. Protestan İngiltere'de, "Grammer School"lar açılmış.. Yani önce "Kilise"den, sonra da "Resmi İdeoloji"den bağımsız okulların açılabilmesi, son 3-4 yüzyılın olayı.. Bunun Sovyet veya Nazi sisteminde nasıl "İdeolojik Eğitim"e kaydığını biliyoruz.. "Eğitim" yerine "Doktrinasyon" meselesi, Batı'nın çok önemli uğraş alanını oluşturmuş.. Çünkü özgür düşünce ile gerçekleri arayacak bir eğitim yerine, önceden "resmileştirilmiş gerçekler"i verdiğiniz bir eğitim sisteminde yurttaşlar birer papağan olarak yetişiyor..
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |