T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R

Edirne'den sonrası

1965 yılında Bulgaristan'ın Yanbolu kentinde düzenlenen Balkan Güreş Şampiyonası'ndan hemen sonra Sion'a gitmiştim. Bu kent, "tutucu kadınlarıyla" namlı. İstanbulumuzda okulları bile var: "Dam de Sion.." Yerleşik nüfusu ancak 20 bin dolaylarında olan bu şehirde Galatasaray, Sion'dan tam 5 gol (5-1) yedi. Akşam olduğunda Sarı-Kırmızılı ekibin antrenörü Gündüz Kılıç: "Türk futbolu Edirne'ye kadar, Edirne'den sonrasında bizler yokuz" demişti. Halbuki biz, 1950 Dünya Kupası'na katılmayı hak etmiştik. Ne var ki o dönemdeki yöneticiler "Yol çok uzun" diyerek Uruguay'daki şampiyonaya Milli Takımımızı göndermemişti. Daha sonra 1954 yılında elemeleri aşıp finallere katıldık amma Almanya Rüzgarı ekibimizi ezip geçti.

Derken efendim aradan 48 yıl sonra bu şansı yeniden yakaladık. Haluk Ulusoy Federasyonu ve Antrenör Şenol Güneş zoru başardılar. Evet, zoru başardılar da ne oldu?

Haluk Ulusoy'un istifasını isteyen isteyene. Neymiş, Galatasaray'ın maçı, nasıl ertelenirmiş! Bu ülke için kim iyi çalışmalar yaparsa başına kesinlikle "bela" geliyor.

Daha önce de yazdım, şimdi burada kısaca ifade edeyim: "Yaşar Doğu dahil, ondan ta Hamza Yerlikaya'ya kadar hangi sporcumuz bayrağımızı gönderlerde dalgalandırmışlarsa mutlaka zılgıt, hatta ceza yediler. Halil Mutlu ve Naim Süleymanoğlu da buna dahildir. Ben, Türk Güreşi'nin tarihini, lügatini yazdım, Bakan Ünlü beni mahkemeye verdi. Sistem bu. Kuyucu Murat Paşa gibi, kim bu ülke yararına çalışıyorsa başına tokmak iniyor. Fikret Ünlü, benim çok eski arkadaşım. Metin Gören'le birlikte nerelerden nerelere kaçarken bacağının kırıldığı günleri biliyorum. Benim değerli bakanımızla bir alıp veremediğim yok, söylemek istediğim şu ki, Türkiyemizde ne yazık ki "devşirme yasaları" uygulanıyor.

Mantık olarak bu böyle, işlem olarak yargı bağımsız, buna inanıyorum. Çoluğu-çocuğu olmamasına rağmen "Baba Gündüz" olarak anılan Gündüz Kılıç, meşhur Kılıç Ali'nin oğlu, bir dönem birlikte çalıştığım Altemur Kılıç'ın da ağabeyiydi. Yapılı ve dayı karakterliydi. Heybeliada'da yürürken O'nu görenler yana çekilirdi. Hani, Markopolo ve arkadaşları Cengiz Han'ı ziyaret etmişler, namlı imparator "Ben, Türk-Moğol Hanıyım, yanımdaki bayan da benim hanımdır" demiş ya, Baba Gündüz de eşi Melahat Abla'dan öyle korkardı.

Gündüz Kılıç, handı ama O'nun hanı da Melahat Abla'ydı. Brezilya-Türkiye maçında attığı tek yumrukla Pinga'nın çene kemiğini kıran Coşkun Özarı, aradan zaman geçti, Milli Takım Antrenörü de oldu. Derken efendim, Lüksemburg'a evet, Lüksemburg'a (2-1) yenildik. O zaman Coşkun, "Şerefli mağlubiyet" diyerek bu konuyu kapatmak istedi. Tıpkı Hocası Gündüz gibi düşünüyor ve Türk Futbolunun Edirne'den öteye geçemeyeceğini sanıyordu anlaşılan.

BİLMİYORUM

Coşkun Özarı, Galatasaray Lisesi mezunu. Bir tarihte Paris'e giderler. Büyük Ali, bir kıza laf atar. Kız, "Jöne sepa" (Bilmiyorum) der. Bu cümleyi zihnine yerleştiren Büyük Ali, koşarak tavla oynamakta olan Özarı'nın yanına gelir ve "Coşkun, Jöne sepa, ne demek?" diye sorar. Özarı, dört car kapısını alırken Büyük Ali'ye dönerek "Bilmiyorum" der. Meşhur santrahaf o zaman öfke kusar: "Yuh be! Bir de Galatasaray Lisesi mezunu olacaksın!" Jöne Sepa'nın Türkçe karşılığı "Bilmiyorum"du ama Büyük Ali nerden bilsin..

KOLU KIRILDI

Futbolumuzun namlı kişilerinden Beşiktaş ve Beykozlu Fahrettin, Galatasaraylı Büyük Ali ve Büyük Ahmed'in müşterek bir yanları vardı, her üçü de "okuma-yazma" bilmezlerdi. Alman Kirharth, Manisa'daki antrenör kursuna hoca olarak geldiğinde o müthiş Gündüz Kılıç, Büyük Ahmed'in (Ahmed Berman) kolunu alçıya aldırtır ve "Sorduğunuz soruların cevaplarını yazacak durumda değil" diyerek O'nun kağıtlarını doldurur. Böylece Büyük Ahmed, sınıfı geçer.

KORE VE JAPONYA

Buralara birkaç kez gittim, hatta 1990'da Japon İmparatorluğu'nun varisiyle birlikte yemek de yedik. Her iki ulus da "Ural-Altay Dil Ailesi"ne mensup, tıpkı bizim gibi. Japonca ile Korece'nin cümle kuruluşu, okunuşu aynen Türkçe gibi. Fakat Japonca'da (ö-ü-l-L) sesleri yok. Japonlar kendilerine "Nihon-jin", Türklere ise "Toruke" diyorlar. Konnichiws (merhaba), Hai (evet), İie de (hayır) demek. "O meni kakarate sayvey de su"nun anlamı ise "Sizinle tanıştığıma memnun oldum"dur. Oralara gideceklere arzolunur.


20 Mart 2002
Çarşamba
 
ALİ GÜMÜŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED