|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün başkalarını bırakıp kendi "evimiz"den, Yeni Şafak'tan söz edelim... Geçenlerde, gazeteye uğradığım bir haftasonu, yazarlarımızdan Resul Tosun'la da karşılaştım. Resul Bey, sohbetimizin sonunda, ertesi gün yayımlanacak yazısının ilgimi çekeceğini umduğunu hatırlatmayı da unutmadı! Hatta yanılmıyorsam, "Tam size göre bir yazı!" gibi bir latife yapmayı da unutmadı. Ben kendisine şu cevabı verdim: "Mümkündür, çünkü doğrusu geçen günkü yazınız hakkında bir şeyler karalamak da aklımdan geçmedi değil! Ama hemşehri olduğumuz için uzak duruyorum!" Gülüştük ve ayrıldık. Resul Bey'in pazar günü yayımlanan son yazısını okuyunca ister istemez bu konuşmamızı hatırladım. Sözünü ettiğim yazı, "Ben olsam o Tayyip'i isterdim" başlığını taşıyor ve AK Parti'nin "Tayyip sevgisi"nden ibaret olduğunu (ve de böyle olması gerektiğini) anlatmaya çalışıyordu. Tosun'a göre, "AK Parti'nin bütün sermayesi Tayyip Bey'e duyulan sevgi" olduğundan "Değişim, yenilik, açılım ve benzeri kelimelerin hiçbirinin zerre kadar katkısı" yoktu. Olan bitenin tamamı "Tayyip türküsü"nden ibaretti. Resul Bey, ortada oyları çeken bir teşkilat, plan ve programdan söz etmenin de anlamsız olduğunu ileri sürüyordu. Hatta şöyle değerlendirmelerle de karşılaşıyorduk: "AK Parti'nin bence en büyük yanlışı da açılım ve benzeri gerekçelerle teşkilatlarını oluştururken farklı düşüncelere yer verme hevesidir."/'Ben bu partiye kendi farklı fikirlerimle geldim' diyenlere yönetimlerde yer açmak, AK Parti'ye zarar verecektir, vermektedir."/"Tayyip Bey olmasa AKP arti'nin kaç oy alacağını düşünüyorlar." Peki, "Tayyip Bey'i Tayyip Bey yapan" neydi? Tosun, bu sorunun cevabını da şöyle veriyordu: "Bana göre, Tayyip Bey'i Tayyip Bey yapan İstanbul'daki il başkanlığı ve belediye başkanlığı dönemindeki teşkilatçılığı ve şahsiyetidir. Ben o Tayyip Bey'in Türkiye'ye faydalı olacağına inanıyorum." Olabilir, kimsenin bir sözü olamaz; Resul Bey'in gönlündeki AK Parti de böyle bir şey olabilir... Olmasına olabilir ama şurası da bir gerçek ki, Resul Bey'in bu analiz ve dileklerinden hareket ederek bir parti tarifi yapmak mümkün değildir. Ayrıca bu görüşlerin -başta Tayyip Erdoğan olmak üzere- AK Parti'de görev alan hiç kimseyi memnun etmediği de açıktır. Nasıl memnun eder, "Tayyip Bey dışındakilerin zerre kadar ağırlığı yoktur!" gibi bir görüşe kim katılabilir? Hem ne kadar yanlış; bugün kamuoyu araştırmalarının en üst sıraya yerleştirdiği bir siyasal partinin asıl gücünü, genel başkanının İstanbul'daki icraatından aldığını ileri sürmek ne kadar yanlış... Eğer öyleyse, Erdoğan'ın ne işi var İzmir'de, Denizli'de, orada burada... Erdoğan'ı İstanbul'da belediye başkanlığına getiren seçmen desteğini, onu başbakan yapmak için de yeterli görmek ne kadar yanlış... Resul Bey'in AK Parti hakkında (daha doğrusu, ortada "parti" filan olmadığı için Tayyip Erdoğan hakkında!) söylediklerinin yanlışlığı bir yana, onun bir gazeteci olarak bir siyasal partinin içine bu derece düşmesini de yadırgadım. Kimi gazetecileri, belli bir siyasal partiyle haddinden fazla sıkı fıkı oldukları için eleştiren biz değil miyiz? O zaman nerede kaldı gazetecinin belli bir "mesafe"yi koruması yolundaki taleplerimiz? Yeni Şafak bir gazete mi, yoksa "Tayyip Erdoğan'ın gazetesi" mi? Başkalarına akıl öğretirken, kendimize bu açıdan da dikkat etmemiz gerekmez mi? Resul Bey'in sözünü ettiğim bu son yazısını okuyup bitirdikten sonra, "Madem bu bahsi açtık devam edelim!" diyerek, yazarımızın önceki üç yazısına da tekrar göz attım. Bu yazılardan birisi, yayımlandığı günün (20 Mart) hemen ertesinde Sabah gazetesine de haber olmuştu. Hatırlıyorsunuzdur, "Kadınları nasıl dövmeli?" başlıklı yazı... Diğer iki yazının başlıkları da şöyleydi: "Taammüden adam öldürenin cezası ölüm cezasıdır" ve "Biri bu adama dur desin." Okuyanlar hatırlayacaktır, Resul Bey, bu yazılarda da canının istediği gibi döşenmişti... Olabilir, döşenebilir; ama şurası da bir gerçek ki, "Kadınları nasıl dövmeli?" yazısı başta olmak üzere bu üç yazıda okurlarla paylaşılmak istenen görüşlerin de neredeyse tamamı demokrasinin ilkeleriyle taban tabana zıt görüşlerdi... İsterseniz, yarın da bu üç yazıyı, özellikle de "Kadınlar"ı yakından ilgilendiren yazıyı gözden geçirelim. Yeri gelmişken şu fikrimi de açıklayayım: Özgürce seçimini yapabilen bir kadın seçmen, eğer Tosun'un bu "Kadınlar" yazısını ve de AK Parti'den söz ettiği son yazısını birlikte okuma fırsatı bulsa, AK Parti'ye değil oyunu, günahını bile vermekten geri durur! Eğer seçimini sadece bu iki yazıdan hareketle yapıyorsa, doğrusu iyi de eder! Son söz olarak, Resul Bey'in yazılarıyla niçin ilgilendiğimi de açıklayayım: Başkaları ne yapar bilmem ama ben nasıl ilgilenmem... Sonuç olarak aynı gazetede yazıyor, aynı okura hitap ediyoruz... Başkaları ne düşünür bilmem ama ben söylemeden edemem...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |