T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Basın için yine 'zor günler'!

Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun fotoğrafının Paris'te bir garda yere serilen 38 kişi ve örgütte oluşan "basın düşmanları listesi"nde yer almasını nasıl değerlendirmeli? Olup biteni Star gazetesinin 9 Mayıs tarihli sayısının "Sınır tanımayan şerefsizler" sürmanşetinde olduğu gibi aklı ve fikri hepten askıya asarak mı yorumlamalı, yoksa iyi bir örneğini gazetemiz yazarlarından Mustafa Karaalioğlu'nun verdiği bir tarzda, yani olabildiğince soğukkanlı mı incelemeli? Tereddütün sırası değil sanırım; bu zamanda meslekdaşlarına "şerefsizler" diyerek "rol çalmaya" çalışan bir zihniyetin örnek alınması mümkün mü?

Evet "rol çalmaya çalışmak"... Akşam'ın "Sınır tanımayan gaflet", Hürriyet'in "Asker, Fransa'ya rest çekti", Milliyet'in "Fransızlara balans ayarı" (araya gazetemizin "Sınırötesi muhtıra" manşetini de katalım mı?) manşetlerinin hepsinin niyeti her şeyden önce "rol çalmak". Konu doğrudan Genelkurmay Başkanı'nı ilgilendirdiğine göre, bakalım en iyi hangi gazete "rol çalıyor"? Ve tabii şunu unutmadan: Bu yayınların tamamı, Fransa'yı "yola getirmek"ten çok "içeri"ye, yani bize yönelmiş. Fırsat çıkmışken bir kez daha biz çalıp biz oynayacağız...

Bakalım gelişmeler nasıl yorumlanıyor diye gazeteleri tek tek gözden geçirdim. Yorumların büyük çoğunluğu can sıkıcıydı. Bir Avrupa ülkesinde her gün onlarca benzeriyle karşılaşılan bu olay öyle "sofistike" yorumlara yol açmıştı ki, anlatamam. Milliyet'ten Mehmet Y. Yılmaz, garda yer alan haritada Rusya Devlet Başkanı Putin ve İsrail Genelkurmay Başkanı'nın fotoğraflarının da yer almasından hareketle "Kastın Türkiye, İsrail ve Rusya'yı hedef aldığı çok açık"(!) diyordu. Hey Allahım, sen herkesten önce gazetecilere akıl fikir ihsan eyle... Bu zamanda "Türkiye, İsrail ve Rusya'yı bilinçli olarak bu listenin içine koymak, dünya olaylarından genellikle pek haberdar olmayan Fransız halkını aldatmayı amaçlıyor" diye yazabilmek için bir gazetecinin neyinin eksik olması gerekir dersiniz! İsterseniz Hasan Cemal'e de kulak verelim: "...Fransa'daki kıytırık bir kuruluşun Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu'nu diktatör gibi göstermeye kalkışarak sergilemiş olduğu ahmakça ve cehalet..." Görüyorsunuz, iki adım ötesi "şerefsizler"! Ya Güneri Cıvaoğlu, ya onun kaleminden çıkan şu "sağlam hukuk gerekçesi": "Hakaret kamuya ait alanlar ve mekanlar kullanılarak yapılıyor ve buna göz yumuluyorsa, devlet muhataptır. (...) Çünkü... Paris'teki garın zeminiyle, ulaştırma bakanlığı koridorları arasında fark yoktur. Türkiye'nin müdahalesini, basın özgürlüklerine müdahale gibi göstermek sulandırmalarına dikkat!" Bu ne muhteşem bir "sağlam hukuk gerekçesi" böyle... Fransa'da "kamuya ait alanlar" ne zamandan beri "devletin alanları" olarak değerlendiriliyor? Cıvaoğlu'na bakacak olursanız, kamuya en fazla açık olan "sokaklar"daki gösterilerin de "devletin sorumluluğu" altına girmesi gerekmez mi?

Hadi üşenmeyeyim ve size Akşam'ın "Politik Adam" başlıklı köşesinde yer alan bir "yorum"dan da kısa bir bölüm aktarayım: "Kıvrıkoğlu'nun fotoğrafını çiğnetsen ne olur, çiğnetmesen ne... Sıkıysa, gidin kendisini çiğneyin, görelim... Aman dikkat, çiğnerken. Karakucak güreşi hesabı alta düşmeyegörün. Sonra, uyarmadı demeyin. Eğer açık düşerseniz, -Kaldı ki açık düşmeniz kaçınılmazdır- Bakalım, altında nasıl ezilip, un ufak oluyorsunuz. Nasıl parça pinçik hale geliyorsunuz.. O Kıvrıkoğlu ki; Bünyesinde 70 milyonu Misak-ı Milli sınırlarımız içinde, Diğerleri sınırlarımızın dışında 250 milyon Türk'ü bünyesinde taşıyor. Milyonların yüreği; O'nun yüreğinde... Milyonların bileği, O'nun bileğinde..." Hiç şüphe yok ki bu satırlar diğerleri gibi "can sıkıcı" olmanın da sınırını aşmıştır ve kısaca basın ahlakı açısından "utanç verici" bir nitelik taşımaktadır...

Oysa bakın Karaalioğlu, ne kadar "soğukkanlı" yazıyordu: "Medyadaki illüzyon, STGÖ'nün (Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü) Türkiye'yi '159 ve 312'deki değişiklikler yetersiz olması, devlet organlarına karşı yapılan her eleştirinin hala suç sayılması ve hala bazı gazetecilerin cezaevlerinde bulunması nedeniyle' suçladığı gerçeğini değiştirmiyor. (...) Dünyanın, Türkiye'yi siyaset kurumu askerin emrinde olan, yasa değişiklikleri askerin istediği miktarda yapılan, gazetecileri askerin talimatıyla hapse gönderen bir ülke olarak görüyor olmasıdır, onur kırıcı olan."

Basını kısaca gözden geçirdik; peki gelişmeleri siyasetçiler nasıl yorumluyor? Bana sorarsanız, bu işte Mesut Yılmaz bir yana geride kalanlar öte yana, derim! Yılmaz'ın gazetecilere açık olarak ve Ertuğrul Özkök'e özel olarak yaptığı açıklamaları okuyunca, "İşte, dedim, nihayet aklı başında olmaya aday bir açıklama!" Bu iki açıklama şöyleydi: "Ben konuyu Genelkurmay kadar ciddiye almıyorum. Avrupa özgürlükler kıtası. Burada birçok kuruluşlar, birçok saçmalıklar yaparlar. Türkiye, Devlet olarak da geçmişte bunun örneğini yaşadı." / "Bizde Aydınlık Gazetesi, Chirac'la ilgili böyle bir şey yapsa Fransız Hükümeti tepki gösterir mi?" (Unutmayın, "aklı başında" demedim, "aklı başında olmaya aday" dedim!)

Yazıyı bitirmeden iki hususa daha değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi Fransa ile askeri ilişkilerin "dondurulması" yönünde yapılan açıklamalar. Paris'te bir garda söz konusu haritanın sergileniyor olması, Türkiye ve Fransa arasındaki askeri ilişkilerin "dondurulması"nı gerektirecek ağırlıkta mıdır? Söz konusu ilişkilerin büyük bir dikkat ve özenle kurulduğunu düşünecek olursak (mutlaka öyledir, çünkü öyle olmak zorundadır), ülke yararı doğrultusunda alınmış kimi kararlardan bir "fotoğraf"ın yol açtığı kızgınlıkla vazgeçmek mümkün müdür? Böyle bir davranış "Devlet ciddiyeti"ne uyar mı? Bakın Çin'in lideri Jiang Zemin'in aldırdığı var mı?

İkinci husus bence daha önemli ve belki de doğrudan meselenin özüne işaret ediyor: Biz ne sanıyoruz? Fransız hükümetinin ülkesindeki bir gösteriyi canının istediği gibi yasaklayabileceğini filan mı sanıyoruz? Birçok Avrupa ülkesi gibi Fransa'da da herşeyin "otoriteler"in iki dudağı arasında olduğunu mu sanıyoruz? Nerede o bolluk! Dolayısıyla bu yanılsamadan olacak, ne zaman bir problemle karşılaşsak muhatabımıza "Kapat! Yasakla! Sen de benim gibi yap!" demenin en anlamlı ve etkili yol olduğunu sanıyoruz... Oysa bu bir yanılsama, yok öyle bir dünya... O dünya bizim dünyamız...


11 Mayıs 2002
Cumartesi
 
KÜRŞAD BUMİN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED