|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Avrupa Günü kutlamaları yapılırken, Türkiye nasıl bir manzara çiziyordu? Sınır Tanımayan Gazeteciler Birliği'nin basın özgürlüklerini ihlal eden ülkeleri protesto etmek adına Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun fotoğrafını ve Türkiye haritasının resmini, insanların üzerinde yürüdüğü bir zemin üzerinde sergilemesi, Türkiye'nin tüm kaslarını germişti. Sınır Tanımayan Gazeteciler Birliği'nin protesto biçimi çok çirkin kuşkusuz. Öte yandan ise, Fransa'nın resmi bir organı olmayan bir örgütün eyleminden dolayı, Türkiye'nin bu kadar 'gerilmesi', hatta resmi organların yanı sıra tüm 'silahsız kuvvetler'in bu derece 'seferberlik' ilan etmeleri de garip bir ruh haline işaret ediyor. Fransa'da ortaya koyulan çirkinlik karşısında, Türkiye'deki bir gazeteciler örgütünün tepki vermesi yeterli olabilirdi veya Fransa büyükelçisinin usulünce uyarılması ile gereken yapılırdı. Fakat şimdi olay öylesine büyüdü ki, Türkiye, verdiği tepkinin 'dozunu' artırdıkça, ne derece 'kırılgan' bir halde olduğunu çıplaklaştırmaya başlıyor. Atılan manşetlerden verilen resmi tepkilere kadar ortaya çıkan tablo, Fransa'daki eylemin tek muhatabı sanki Türkiye'ymiş gibi bir sonuç çıkarıyor ortaya. Üstelik tepkilerin dozu ile Fransa'da sergilenen çirkinlik arasındaki 'bağlantı' da kopmaya başladı. Türkiye'nin 'protesto edilme nedenleri' ile 'protesto biçiminin çirkinliği' arasındaki farkı ortaya koyarak tepki vermek gerekiyor... Türkiye, basın özgürlüğü konusunda en sıkıntılı ülkelerden biri. Basın özgürlüğü ile demokrasi arasındaki paralellikler, Türkiye'de olumsuz yönde kuruluyor. Demokrasinin kısıtlanma süreçlerini kalıcı kılmaya çalışan gelişmeler, basın özgürlüğü konusunda derin yaralar açmaya devam ediyor. Fransa'da ortaya çıkan çirkinliğe tepki vermek adına ortaya çıkan 'seferberlik' ise, sanki Türkiye'de basın özgürlüğü konusunda hiçbir hassasiyet yokmuş havasına bürünmeye başladı. Ve bir gazeteci örgütünün ortaya koyduğu çirkinlik karşısında, tepki vermek adına kırılganlığını teşhir ediyor Türkiye. Avrupa Günü'nde hala bazı kurumların AB'ye karşı olup olmadığı tartışma konusu oluyor. AB konusunda siyasi bir tartışma yürütülemediği için, AB yandaşlığı da, AB karşıtlığı da aynı 'a-politik' refleksle kurgulanıyor. Avrupa Günü'nde bile en temel medeniyet perspektiflerinden biri, AB'ye 'yandaşlık' ya da 'karşıtlık' mantığı içinde ele alınıyor. Böyle olunca da 'siyaset' adına bir tartışma ortaya koyulamıyor. 'AB'ye girince tüm sorunlarımız halledilecek kampı' ile 'AB'ye girersek bölünürüz cephesi' arasında sıkışan bir kırılgan 'siyasi algı' üzerinden siyaseti konuşmak imkansız doğal olarak. 'Yandaşlık' ve 'karşıtlık' cepheleri her konuda gösteriyor kendini. Bu cephelerin belli siyaset biçimleri gibi sunulması ise, siyaseti imkansızlaştırıyor ve 'siyasetsizleşme'yi derinleştiriyor. Siyasetsizleşmenin derinleşmesi, her konuda kırılganlaştırıyor Türkiye'yi. Oysa AB'yi konuşmaya başlamak için önce siyaseti konuşmaya başlamak gerekir. Fakat her yeri sarmış olan kırılgan siyasi algı, siyaset-dışı bir algı. Böylece bir Avrupa Günü'nü siyasetsiz geçirerek, en önemli medeniyet perspektiflerinden birine dahil olmanın sembolü olan bir günü, çağdaş siyasi ve idari standartları algılamaktan uzak geçirdi Türkiye.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |