|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları, dün yaptıkları toplantıda, 'Kıbrıs'ın üyelik için tüm şartları Haziran ayı itibarıyla yerine getirmiş olacağı' hükmüne vardılar. 'Kıbrıs'tan kastettikleri Rum Yönetimi; zira, AB ile üyelik müzakerelerini yıllardır 'yasal Kıbrıs Hükümeti' sıfatını üstlenmiş olarak o yürütüyordu. AB ile 'aday üye' statüsünde olan Kıbrıs (Rum Yönetimi) 29 bölümlük müzakerelerin 22 bölümünü neredeyse bir yıl önce tamamlamıştı. AB Dışişleri Bakanları'nın açıklaması, artık 28 bölümün tamamlandığı ve bir ay içinde 29. bölümün de sonuçlandırılacağı anlamına geliyor. Bunun Türkiye ve Kuzey Kıbrıs için anlamı açık: Eğer Kıbrıs'ta bir çözüme varılamazsa, yıl sonuna doğru açıklanacak olan AB'nin yeni üyeler listesine 'teknik olarak' Kıbrıs adına Rum Yönetimi de girecektir. Bunun böyle olacağı aylar öncesinden belliydi. 2001 Aralık ayında Laeken Zirvesi'nin hemen öncesinde Rauf Denktaş, 'konfederasyon çözümü' ve 'KKTC'nin eşit egemenliğinin tanınması'na dair 'ön koşullar'ı bir yana bırakıp, Glafkos Klerides'i yüzyüze müzakereler için masaya davet ettiği vakit, 'çözümün Haziran ayına kadar sağlanması gerektiği' belirtiliyordu. Bazı AB bürokratları el altından sürenin Eylül 2002'ye kadar da uzayabileceğinden söz ediyorlardı. Haziran'a yarım ay kadar bir süre kaldı ve Kıbrıs'ta anlamlı hiçbir ilerleme olmadığı anlaşılıyor. Bu iş, Denktaş ve Klerides'e kalırsa; Eylül'e dek bir ciddi ilerleme olabileceği de kuşkulu. Bu yüzden, devreye girecek ve 'mitolojik tanrısal iradesi'ni kabul ettirtecek bir 'üçüncü taraf'; bir 'Deus Ex Machina' gerekiyor. BM Genel Sekreteri Kofi Annan, yarın Ada'ya geliyor. Elinde 'somut bir çözüm planı' getirmediği bildiriliyor. Ne var ki, bizzat BM Genel Sekreteri'nin Ada'ya gelmesi dahi, sanki 'Deus Ex Machina'nın 'keşif kuvveti' gibi anlaşılmaya müsait. Bu 'hüküm'den 'Deus Ex Machina'nın Birleşmiş Milletler ya da Avrupa Birliği olmadığı ve olmayacağı sonucu çıkarılabilir. AB, 'Helsinki Kararları'nda 'üyelik vakti geldiğinde çözümün gerçekleşmemiş olması'nı 'Kıbrıs'ın üyeliğine engel olmaktan çıkartmış' idi. Bu nedenle, Türk tarafı, AB'yi Rum Yönetimi'nin 'üyeliği cebinde keklik olarak görmesi'ne yol açan 'taraflı taraf' olarak görüyor. Türk tarafının gözünde, Rum Yönetimi'ne ilişkin bir 'angajman' içinde olan Yunanistan'ın da AB üyesi olması, AB'yi bir 'Deus Ex Machina' hüviyetinden çıkartıyor. BM ise bunca yıldır çözüm girişimlerine çerçeve sağlayan ama bunu başaramamış olan bir uluslararası kuruluş. Bu durumda, 'Deus Ex Machina', Amerika Birleşik Devletleri olarak ortaya çıkıyor. Ama, ABD, Kıbrıs konusunda ortaya çıkıyor mu? Washington, Türkiye'nin AB ufuklarına ilişkin olarak Clinton Yönetimi'nin verdiği 'öncelikler'e sahip gözükmüyor. Cumhuriyetçi Bush Yönetimi, kendi 'güvenlik stratejisi' çerçevesinde, Türkiye'yi 'öncelikle' Ortadoğu'daki 'muhtemel rolü' açısından değerlendiriyor gibi. Özellikle, Amerika'daki İsrail yanlısı çevrelerde vurgulanan 'Amerika-Türkiye-İsrail üçgeni' çerçevesinde. Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz, geçen hafta içinde çeşitli polemikleri beraberinde getiren Şarık Tara'nın yemeğinde, benim bu tespitimi paylaşmadığını söyledi. Niçin paylaşmadığına ilişkin yaptığı açıklamadan da ben tatmin olamadım. Bununla birlikte, Yılmaz, Bush Yönetimi'nin Türkiye-AB ilişkisinde Clinton Yönetimi kadar istekli davranmadığında aynı kanıda olduğunu ilave etti; ama, Bush'un da Clinton çizgisine ergeç geleceği tahminini iletti. Bu durumda 'yakın vade' bakımından Amerika'nın devreye gireceği en önemli fırsat, Haziran ayında Alvaro De Soto'nun sunacağı bilinen planla irtibat kurması. BM'nin Kıbrıs Temsilcisi Alvaro De Soto hazırlayacağı planı 'Amerikan onay belgeli' hale getirirse veya Amerika, De Soto planını bir 'Amerikan Planı' olarak taraflara sunarsa, 'işin mahiyeti' değişebilir. Herhangi bir plan, Türkiye'ye kabul ettirilirse; Türkiye, onu Denktaş'a kabul ettirir. Bu bakımdan son günlerde ortaya çıkan 'gayrı ciddi fotoğraf'a bakarak, bir hüküm vermekten kaçınmak gerekir. Nedir o 'gayrı ciddi fotoğraf'? Rauf Denktaş'ın beyanları ve bunlara Bülent Ecevit'in hasta yatağından kargacık burgacık el yazısıyla Türk diplomasisinin zora girmesine katkıda bulunan 'şahin' deklarasyonu. Denktaş, önce Karen Fogg'la polemiğe kalkıştı. Karen Fogg'a ait olduğu iddia edilen sözlere dayalı bir yeni 'cadı kazanı' kaynatıldı. Kimi medya organları ve köşe yazarları, buna derhal sarıldılar. Fogg'un kendisine atfen yapılan yayınları 'yalanlayan açıklaması' bazı gazetelerin en görünmez köşelerine saklandı. Denktaş, hızını alamayıp, Mesut Yılmaz'a da çattı. Oysa, Mesut Yılmaz'ı dinledik ve Denktaş'ın polemiğini hakedecek herhangi bir şey söylememişti. Denktaş'ın 29 Nisan tarihli içeriği açıklanmayan önerilerinin bir 'girizgah' olduğunu, müzakerelerde –Türkçesi aklına gelmediği için İngilizce söyledi– daha 'forthcoming' (yani yapıcı) olmasının beklendiğini, Kıbrıs'ta bir çözüm olmaz ve Türkiye AB dışında kalırsa, bundan 10 yıl sonra, Kuzey Kıbrıs'taki Türk askeri varlığının KKTC vatandaşlarından daha fazla sayıda olabileceğini bildirdi. Bütün bunlar doğrudur ve bunları Mesut Yılmaz yeni söylüyor. Bütün bunlar, çeşitli vesilelerle ve çeşitli düzeylerde defalarca söylendi zaten. Denktaş, Ankara'nın desteğinde gerçekten 'yapıcı' ve bir 'adil çözüm'ü mümkün kılacak önerileri sunuyorsa, 'baskı mekanizması'nın Rum tarafı üzerinde oluşması için ustaca bir 'diplomasi' izlenmelidir. Oysa, Denktaş –ve yanında AB karşıtı olduklarını yıllardır gizlememiş danışmanları– Kıbrıs üzerinden bir 'anti-AB kampanya' yürütürlerse –ki, böyle yapıyorlar– ve bunda hasta bir Başbakan'a sığınıyorlarsa –ki, böyle yapmışlardır– Türkiye'yi sıkıntıya sokan bir 'yanlış diplomatik çizgi'de ilerleniyor demektir. Bu çizgi, bir sonuç getirmeyeceği gibi; Türkiye halkının ezici çoğunluğunun isteklerine ve dolayısıyla çıkarlarına da aykırı düşmektedir. 'Deus Ex Machina'nın bir çözüm dikte etmesinden önce, öncelikle bu çizgi düzeltilmelidir. Çünkü, Kıbrıs çizgisi 'çarpık' duruyor...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |