|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Araf" (A'raf) yerine "Arafat" kelimesini kullanan ilk kişi, Zülfü Livaneli olmayabilir ama bunu "Arafatta Bir Çocuk" adlı hikâyesinde ilk kez yazıya geçiren, sonra da bu yanlış kullanımı kitabının başlığına taşıyarak yaygınlaşmasına vesile olan, sanırım odur. Yıl 1978. "Adam, "araf" ile "Arafat"ı ayırt edemiyor ama kitap yazıyor!" gibisinden bir kınama ile duruma dikkatimizi çeken herhalde Turan Koç olmuştu. Livaneli'nin "araf" ile "Arafat"ı karıştırmasının iki nedeni olabilir: Birincisi, kelimeyi böylece ve yanlış öğrenmiş olması. İkincisi de, kelimeyi, yani "araf"ı doğru öğrenecekken "Arafat"ın daha çok kullanılıyor olmasının ve ses yakınlığının etkisiyle zihninde bir yer değiştirme olayının vuku bulması. Hangi sebeple olursa olsun, böyle bir karışıklığa düşülüyor ve bu düşüşte Zülfü Livaneli'nin hiç de yalnız olmadığı anlaşılıyor. Meselâ, Cengiz Çandar'ın şu cümlelerini 7 Mayıs 2002 tarihli Yeni Şafak'ta okuduk: "Ak Parti; önderlik kadrolarının geldikleri 'siyasi-ideolojik gelenek' ve bunun kendilerine kazandırdığı 'kimlik imajı' ile varmak istediği ve şu anda sosyolojik olarak üzerine oturmakta olduğu 'merkez' ya da 'merkez-sağ' zemin arasında bir çeşit 'siyasi arafat'ta bulunuyor. Organizma olarak partinin 'siyasi arafat'ta bulunması, ister istemez, onu destekleyen kitleleri 'sosyolojik arafat' haline sokuyor. Yani, manzara, bir 'sabite' veya bir 'kalıcılık' ölçüsü oluşturmuyor." Besbelli ki yazar, "siyasi araf" ve "sosyolojik araf" demek istiyor. Araf sözcüğüyle kastedilen "iki arada bir derede" deyimiyle de ifade edilen "karasızlık hâli"dir. Bir dini terim olarak araf, cennetin ve cehennemin dışında kalan "ara bölge" demektir. Cennete girecek kadar iyi ve sevaplar bakımından üstün olmayanlarla Cehennemi hak edecek kadar kötü ve günahkâr olmayanların; çocukken ölmüşlerle delilerin ruhlarının... eğleşeceği yer gibi de anlaşılmıştır araf. Kur'an-ı kerim'de bir sure adı olarak da karşımıza çıkan A'raf'ın orada geçici bir durak olduğu anlaşılıyor: "Kıyamet sahnelerinden biri olarak Kur'an'da tasvir edilen a'râf olayını, hayırla şer arasında mütereddit davranan insanlara, tercihlerini hayır yönünde kullanmaları için yapılmış ilâhi bir uyarı kabul etmek mümkündür." (TDV İslâm Ansiklopedisi) Dante'nin ünlü eseri İlâhi Komedya, Cennet, Cehennem ve Araf adlı üç bölümden oluşur. Toplumumuzda araf bilgisinin ve inanışının pek yaygın olmadığı anlaşılıyor. Bir üniversite öğrencisi, ilkokul mezunu bir kadın, bir lise öğretmeni, kelime karşısında aynı bilmezlik içindeydiler. Bir üniversite öğrencisi, sadece Kur'an'da bir sûre olduğunu hatırlayabildi. Başka bir üniversite öğrencisi –bir kız– biraz da mûziplik olsun diye, kelime oyunu yaptı. "Araf" dedi, "atını kaybetmiş Arafat"tır! Doğrusu, kelimelerin anlamlarıyla pek ilgisi olmasa da, bu oyun hoşuma gitti. Araf ile arafata benzeyen bir kelime de "arasat"tır. Halk arasında "arasatta kalmak" ile "arafta kalmak" bazen birbirine yakın anlamda kullanılıyor. Oysa, "arasat" "mahşer yeri" anlamını taşıdığı için, arafta kalmaktan daha şiddetli ve dehşetli bir sıkışmayı, izdihamı içeriyor olmalı. Sırat-ı müstakîm'i tutmaz isek, tutamaz isek; sebîlü'r-reşâd'ı yürümez isek, yürüyemez isek; kıyamet ermeden arasata, hattâ cehenneme düşeriz de bırakın cennetin kokusunu, arafa bile eremeyiz. Bu birer birer bireyler için de, toplu toplu toplumlar için de böyle, her yıl Arafat'ta vakfeye duranlar için dahi böyle.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |