|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Beş yıl kadar önce Yeni Şafak'ta yazmaya başladığım zaman köşemin adını "Medyakronik" olarak belirlemiştik. Sonra köşelere ad vermek adetinden gazetemiz de vazgeçtiği için diğerleri gibi bu ad da kaldırıldı. Gazetede yayımlanan yazılarımdan oluşan bir derleme de, üç yıl önce yine "Medyakronik" adıyla İletişim Yayınları'nda kitap oldu. "Medyakronik"le anlatılmak istenen, medyanın "kronik" hallerine eleştirel bir bakıştı... Bu ad daha sonra (iki yıl önce) benim de editörleri arasında olduğum bir internet sitesinin adı olarak yaşadı. Bildiğiniz gibi, bu site de geçen günlerde kapandı. Sitenin kapanma hikayesini yeri gelince bir gün anlatırım. Kapanmada asıl etkenlerden birisi, hiç şüphesiz, ülkenin en çok satan gazetesinin en çok okunanlar listesinin başlarında geldiği söylenen bir yazarının işkembeden attığı "bilgi"ler ve rahatlıkla "kötülük"ün somutlaşmış hali olarak tarif nitelenebilecek düzeydeki yorumlarıydı. "Kötülük" sözcüğünü özellikle kullanıyorum, çünkü durumu bundan iyi tarif edebilecek bir sözcük bulmak çok zordur. "Düzeysizlik" sözcüğü için de aynı... Bakın isterseniz, söz konusu köşeden fışkıran "yazılar"ın düzeyini ölçmek için, yazarın iki gün önce neler karaladığına birlikte bakalım. Konu Genelkurmay Başkanı'nın fotoğrafının Paris'te bir garda yere serilen "basın özgürlüğü düşmanları" listesinde yer alması karşısında Türkiye'nin göstermesi gereken tepkilerdi. Şimdi gözlerinizi iyice açın ve şu satırları okuyun: "Fakat bence Türkiye'de buna karşı misillemeyi bir 'sivil toplum hareketi' olarak yapmalı. İlk iş Umumi Tuvalet İşletmecileri Derneği'ne düşüyor. Bütün tuvaletlere birer Chirac fotoğrafı. Dileyen üzerine 'işesin', dileyen biraz daha 'büyüğünü' yapsın..." Görüyorsunuz, ülkenin en çok satan gazetesinin en çok okunanlar listesinin başlarında geldiği söylenen bir yazarı nerelerde, "büyümenin" daha hangi "evresi"nde takılıp kalmış! Ve ne yazık ki, bu ağır takıntılı kalemler sitesiydi, üniversitesiydi, ekonomisiydi, siyasetiydi derken ülkeye nizam vermeye çalışıyorlar... Şurası da muhakkak ki, bugüne kadar her türlüsünü tanımış olan "Türk basın tarihi" (eğer varsa!) bu derece "takıntılı" kalemlerle ilk kez karşılaşıyor... Günlerdir yeni RTÜK Yasası tasarısını tartışıyoruz. Bu tasarının yasalaşması durumunda "tekelleşme"nin kaçınılmaz olduğunu söyleyip duruyoruz. Aslında yanlış tartışıyoruz; çünkü herşeyden önce memlekette haberin hür olarak dolaşmasının önünde engel olması bakımından karşı çıkılan tekelleşme çoktan gerçekleşmiş bile... Bakın nasıl: Cuma akşamı bir televizyon kanalında (sanırım HaberTürk'te) Danıştay Başkanı Nuri Alan'ın yaptığı konuşmayı izledim. Başkan konuşmasını Danıştay'ın 134. kuruluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen bir törende yapıyordu. Karşısında başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hemen herkes vardı. Danıştay Başkanı, Cumhurbaşkanı'nın yetkileri, Anayasa Mahkemesi'nin yapısı, "Yüce Divan"ın tanımı gibi başında bulunduğu kurumu doğrudan ilgilendiren konular hakkındaki düşüncelerini açıklıyordu. Daha sonra Başkan'ın "basın" mevzuna girdiğini gördük. Ama ne giriş! "Türk basını" ancak bu derece dirayetle gözden ve elden geçirilebilirdi... Şöyle böyle değil; Danıştay Başkanı Türk basını hakkında öyle yorumlar yapıyor ki, medya dünyasını yönetenlerin yüzlerinin kızarmaması mümkün değildi... Basının haber ve yorumlarında doğru bilgi ve belgeye dayanmak zorunda olduğunu, "kurumların ve kişilerin haklarına, şeref ve haysiyetlerine, itibarına saygılı davranmak zorunda" olduğunu o kadar güzel anlatıyor ki... Mesela şu satırlar: "Önce iftira atacaksınız zihinleri bulandıracaksınız (...) Ondan sonra da gazetenin okunmaz ve görünmez bir yerinde pardon diyeceksiniz. (...) Basında tekelleşme, sermaye sahibini güçlendirirken gazetecinin örgütlenme hakkını, iş ve ücret konusundaki güvencesini ortadan kaldırır. Gazetecilerin mesleki ve ekonomik çıkarlarını koruyan sendikaların son yıllarda ciddi güç kaybına uğramış olmaları tekelleşme olgusunu doğrulamaktadır..." Öyle bir konuşma ki, "Medyakronik" hayatta olsaydı, bir saniye bile düşünmeden doğru manşete! Peki ben Danıştay Başkanı'nın bu konuşmasını nereden, hangi gazeteden aktarıyorum? Nereden olacak, habere neredeyse bir tam sayfa ayıran Vakit gazetesinden! Alan'ın neler dediği hakkında en fazla bilgi sahibi olan okurların Vakit okurları olduğu apaçık... Peki ya diğerleri? Cumartesi günü üşenmeyip epeyce gazeteyi gözden geçirdim. Danıştay Başkanı'nın konuşmasında çok önemli bir yer işgal eden "basın" bahsi, Vakit'in dışında kendisine sadece Yeni Şafak ve Zaman'da yer bulabilmişti. Danıştay Başkanı'nın yaptığı konuşma diğer gazetelerde de tabii ki haberdi; ama konuşmanın "basın"a ilişkin faslı budanarak! Hürriyet, Milliyet, Sabah, Star böyleydi... Cumhuriyet de böyleydi... Ve inanın, Radikal de böyleydi! Danıştay Başkanı Alan, basın üzerine sanki hiç laf etmemiş gibiydi... Önemli bir haber doğrusu bu derece mükemmel bir "cinlik"le kaçırılabilirdi... Öyle bir basın ki, hoşuna gitmediği zaman Danıştay Başkanı'nı bile "azgın azınlık"tan birisi olarak değerlendirip sözüne hiç mi hiç kulak vermiyor... Memleketteki okur ve izleyicinin yüzde 90'ını elinde tutan basın bu derece "seçmeci" olunca, bu toplum demokrasiyi filan tadabilir mi dersiniz?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |