T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Dün şöyle söyledik:

Başbakan'ın sağlık durumu Türkiye'de siyasetin, siyaset-devlet ve toplum-siyaset ve siyaset-devlet ilişkilerin ne denli sorunlu olduğunu, dengelerin zoraki ve pamuk ipliğine bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Muhtemel seçimleri düşünmek bile sorunları aşmayı değil sorunların azması ihtimalini akla getiriyor.

Neden Türkiye bu kadar hastalıklı, neden sorunlar içinden çıkılmaz halde, neden başka diyarlardaki sorun çözücü kurumlar ya da hakemlik mekanizmaları, bizde birer çatışma nesnesi halinde ya da sorun azdırıcı kümeler şeklinde?

Bu sorulara yanıt için belki rotayı siyasetten sosyale doğru çevirmekte, sorunun temellerinden birine değinmekte yarar var.

Hiçbir toplum kendisine ait olmayan, kendi bünyesinden çıkmayan bir medeniyet projesiyle uzun süre yaşayamaz, yönetilemez. Ve her toplum, eninde sonunda, kendi kültüründen yola çıkan ama evrensel olanla alışveriş içerisinde bir modernlik, bir varoluş projesi üretir.

Bunlar bildik ama, önemli postülalardır bunlar...

Toplumların yaşamında sürekliliğin kaçınılmaz olduğunu anlatırlar; toplumların ana kuralı olan değişimin böyle bir süreklilik çerçevesinde vücuda geldiğini vurgularlar.

Başka bir deyişle süreklilik, toplumsal değişimin mayasını oluşturan en önemli unsurun; toplumsal farklılıklar arasındaki rekabet ve çatışmanın hakemi ve düzenleyicisidir.

Sürekliliğe meydan okuyan her gelişme, her siyasi kopuş, toplumlarda, düzenleyicisi, hakemi bulunmayan, şiddetli ve doku bozucu sarsıntılar yaratırlar.

Türkiye'nin yıllardır hissettiği sancı, işte böyle bir sancıdır.

Bu sancı, kesişmelerine hemen hiçbir şekilde müsaade edilmeyen, biri verili diğeri yerli iki farklı medeniyet projesinin kavgasından kaynaklandı. Ve yaşanan çatışma, verili olanı da, yerel olanı da içinden parçaladı.

Türkiye değişiyor ve değişecek.

Buna şüphe yok...

Mesele kendini bir bütün olarak üreterek değişmektir...

Ama varolan ilke ve kurumlarını içten içe kemirmeden değişmesidir...

Değişimin ipi, sürekliliği tamamen dışlayan, hatta patolojik bulan, tehdit olarak gören bir irade elinde oldukça; bu irade her türlü meşruluğu dışlayan bir şekilde "toplumsal ve siyasal kopuşu" yücelttikçe, toplum ile devlet arasındaki mesafe artar; sonuçta toplumsal farklılıklar arasında kendiliğinden gelişen temaslara rağmen, aralarındaki delikler büyümeye devam eder.

Son birkaç yıl, Türkiye'deki tüm "anlama" kanalları tıkandı.

Bilgi üretiminin "olmazsa olmaz" koşulu, "biri ile öteki", "yapan ile inceleyen" arasındaki etkileşim damarları zaafa uğradı, toplumsal anlama faaliyetinin, yani demokratlığın birbirine bağımlı iki parçası, bilgi ile siyasa ilişkisi boğuldu.

Bu zaaf, bu boğulma, yasal olan ile meşru olan arasındaki kopukluğu ciddi bir noktaya getirdi. Yani toplumsal değişmeyi yasalara uydurmaya çalışan bir irade ile değişim isteğinin yasal olana yansımasını bekleyen toplum arasındaki bağı örseledi.

Evet, mesele bu zaafın, bu boğulmanın, bu örselenmenin ortadan kaldırılmasıdır.

Değişimin hedefi bu olmalıdır.

Bu hedefe ulaşmak için yegane araç katılımdır.

Katılım siyaset demektir.

Toplumun farklı kesimlerini içeren konsensüs demektir.

Yeni bir toplumsal bütünleşme modeline zemin hazırlanması demektir.



20 Mayıs 2002
Pazartesi
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED