T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Alimler heyeti ve başörtüsü

"Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı"nda alınan kararlar açıklandı. Gerek toplantının kendisi gerekse burada alınan kararlar üzerine değişik değerlendirmeler yapılacaktır.

Hemen kendi düşüncemi belirtmem gerekirse, bizatihi böyle bir toplantının yapılmasının olumlu olduğu kanaatindeyim. Türkiye'de, İslam'ın güncel meselelerinin tartışılacağı bir ilmi platform, olumlu ve ileri bir adım sayılmalıdır.

Bunun riski yok mudur? Vardır. Kararların konjonktürün etkisinde kalması her zaman mümkündür bir, ve hakim otoritenin din alanında bazı kararlar istihsal etme iradesine maruz kalınması mümkündür iki.. Diyanet'in resmi konumu ve İlahiyatlar'ın resmi statüsü bu tür toplantıları böyle risklere açık hale getirir (Geçmiş İslami ilim geleneğinde büyük imamların resmi görevler üstlenme konusuna soğuk bakmaları da bu kaygılara dayalıdır). Buna karşılık, toplantılara katılan ilim adamlarının baskıları reddedecek karakterlerinin de bu risklere mukabil supablar olarak görülmesi mümkündür.

Bu ilk istişare toplantısında alınan kararlar üzerine ne söylenebilir?

Öncelikle bu kararlardan bir "dinde reform" çıkarma çabalarının "aç tavuk düşünde darı görür" misali bir sayıklama olduğu belirtilmelidir. "Dinde reform" arayışı içinde, kararları "Namazları üç vakte indirme – Türkçe ibadet – Kadın statüsü" gibi beklentilere indirgeme çabaları, çoğu cahiliyet, ama biraz da kötü niyetin karıştığı medya tavırlarıdır.

Namaz vakitleri konusunda dense dense, bu toplantılarda, fıkıh bilgisi içinde zaten var olan ve istisnaları, zaruret halindeki uygulamaları belirten fetvaların günümüze taşındığı söylenebilir. "Türkçe ibadet" konusunda da heyetin yaptığı, asli ibadet dilinin vurgulanması, buna karşılık asli dili öğreninceye kadar insanların bildikleri dilde Kur'an mealiyle namaz kılabilecekleri görüşünü getirmesidir. Klasik fıkıh literatüründe buna da imkan tanınmaktadır.

Kadın statüsüne ilişkin kararlarda heyet, "İslam'da kadın" konusundaki suçlamaları dikkate almış gözükmektedir. Bu alandaki hükümlerin Rasulullah'ın hayatındaki uygulamalara bakarak anlaşılmasına vurgu yapılması doğru bir anlama çabası olarak kabul edilebilir. Buna rağmen, "kadın statüsü" konusu çok geniş, çok tartışmalı bir konudur. Dolayısıyla bu alandaki hükümlerin yer yer tartışılması beklenmelidir.

Toplantıya katılan ilim adamlarımızdan Prof. Dr. Hayreddin Karaman Hoca'nın bir tv haber bültenine yansıyan bir konuşmasına tanık oldum. Hoca mealen şöyle diyordu: "Burada bir ittifak hasıl olmuştur. Ancak farklı görüşler de vardır. Dileyen o farklı görüşleri de tercih edebilir." Diyanet İşleri Başkanı da benzeri bir görüşü seslendirmiştir.

Bu yaklaşımın altı çizilmelidir. Fıkıh alanı, çok farklı görüşlerin zikredilebildiği bir alandır. "Ümmetimin düşünce farklılığı rahmettir" buyuruyor Hazreti Peygamber (s.a.) fıkıh alanındaki görüş farklılıkları, ulaşılan kaynaklara, kaynakların sıhhat değerlendirmesine ve zaman ve zemine göre anlaşılma biçimine (yorum, tefsir) bağlı olarak oluşmaktadır.

Bundan da ayrı olarak İslam bilginleri "fetva" ile "takva" ayrımını, diğer ifadeyle "ruhsat" ve "azimet" farkını da önemsemişlerdir. Yani bir konuda fetva olabilir, ruhsat'la hareket edebilirsiniz, ama takvayı veya azimet boyutunu da tercih edebilirsiniz.

Alimler, daha çok ana çerçeveden (yani nasların ana yorumundan) kopmadan halk için "kolaylaştırma"yı tercih ederler. "Kolaylaştırma" da Allah Rasulü (s.a.)nün tavsiyeleri arasındadır. Ama "Allah'ın ipine sımsıkı sarılmak" da temel bir islami tavırdır. Belki fetva verenler, kendilerini "fetva - ruhsat"ı insanların önüne koymak, ama "takva - azimet"i de işaret etmekle yükümlü hissetmelidirler. Hatta belki "Şunu tercih ederseniz daha Allah'ın hükümlerine yakın olur" şerhini de düşerek... Son istişare toplantısında alınan kararlarda da "kolaylaştırma" eğiliminin ağır bastığını hissetmekle birlikte, gene de ana hükümlere işaret edildiğini müşahede ediyoruz.

"Güncel Dini Meseleler İstişare toplantısı" vesilesiyle "başörtüsü" konusuna da temas etmek gerekiyor. Alınan kararlarda "başörtüsü" konusu en azından ifade olarak geçmiyor. Sadece "kız çocuklarının ve kadınların eğitim ve çalışma hakkının güvence altına alınması, imkan ve fırsat eşitliğinden yararlanmaları"ndan söz edilmiş. Bu da "cumhuriyetimizin ve çağdaşlaşma konseptinin temel hedeflerinden birisi olması"na bağlantılanmış. Konu Başkan Yılmaz'a sorulduğunda da o, "Başörtüsü ile ilgili Din İşleri Yüksek Kurulu'nun, "başörtüsü Kur'an'ın emridir' şeklindeki eski kararı"na atıfta bulunmuş. Bütün bunlardan anlaşılan şu: Karar alınırken sıkıntı çekilmiş. Yukarısı ve aşağısı (her neyse bu) hesaba katılmış. Ne şiş yansın halet-i ruhiyesi yaşanmış. Ve iş gelmiş, "dini olmayan bir gerekçe" ile ifadeye bürünmüş. Fetva ise bu, fetva "cumhuriyetin ve çağdaşlaşma konsepti"nin gereklerine bağlanmış. Yazının başında da ifade ettiğim gibi "Konjonktür Hazretleri" (ya da "Hazreti Konjonktür – haşa- mü demeliydim?) devreye girmiş.

Burada şunu söylemek isterim: Bu tür toplantıları daha anlamlı kılacak bir tavır, Diyanet'in yukarısı-aşağısı arasındaki sıkıntılı konumunu iyileştirme yolunda ortaya koyabileceği tavırdır. 100'ün üzerinde, ilerde daha da artırılabilecek, belki daha ilerde uluslararası platformda ilim adamlarının katılımıyla da beslenecek bir Ulema Meclisi, hem İslam'ın bu çağda anlaşılmasına katkıda bulunabilir, hem de İslam toplumlarıyla hakim sistemler arasındaki problemlerin çözümüne etki yapabilir.

Örnek: Bu heyet, kendi konumunu önemseyip, devlet yöneticileri nezdinde, başörtüsü alanındaki sancıyı izale yolunda adımlar atabilir, diye düşünüyorum. Bu alanı siyasallıktan kurtaracak bir girişim de olur bu. Bu meseleye Diyanet sahip çıkarsa, başka hangi siyasal grubun buna sahiplenme hakkı olur? Toplantıdan çıkan "utangaç" tavırdan benim anladığım, bu heyetin henüz kendi yetkinliğinin farkında olmadığı şeklindedir. Türkiye'de pek çok şey zordur, ama medeni cesaret de, ya da kimi korkulardan kurtulmak da problemleri çözmek için gerekli olabilir. Kimbilir belki devlet de, başörtüsü gibi bazı sorunların çözümü için bu tür heyetlerin girişimini beklemektedir. Türkiye Cumhuriyeti, İslam alanında toplum – devlet ilişkilerini sağlıklı bir yola sokmak için Prof. Dr. Mehmet Aydın, Prof. Dr. Hayrettin Karaman ve sayabileceğim daha pek çok isim gibi dünya çapında ilim adamlarından başkasını mı bulacaktır?


20 Mayıs 2002
Pazartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED