T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tekno-pagan/izm: "öküz"e (b)akan "(t)ren" (6)

Burada, çağımıza ilişkin önemsenmesi gereken bir anlamlandırma ve "tanımlama" çabası geliştirmeye çalıştığımı zannediyorum. O yüzden yaptığım tekno-paganizm çağı tanımlamasının aydınlarımız tarafından tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Bugüne kadar burada beş yazı yazdım ve bu yazıların "aydınlar" cenahında hakettiği ilgiyi görmediğini görüyorum. Ama okuyucularla, özellikle de entelektüel ilgileri olan, dünyanın farklı coğrafyalarında yaşayan okuyucularla internet ortamında ilginç bir dizi tartışmanın / diyalojik konuşmanın içine girdiğimi de hatırlatmak isterim. Bu tartışmaları / diyalojik konuşmaları burada yayımlamaya kalkışacak olursam, aylarca burada yazı yazamam, sadece bu tartışmaları yayımlamakla yetinmiş olurum; bu nedenle bu tartışmalarda ortaya çıkan bazı temel sorunları / konu başlıklarını yer yer buraya taşımaya ve tartışmaya çalışacağım.

Bilebildiğimiz insanlık tarihinde Tanrı / Allah inancı çağımızda olduğu gibi -bu denli- kaybolmamış ve gerçek Allah inancının yerini, başka şeyler almamıştı/r: Daha önce de dikkat çektiğim bir noktayı burada özellikle vurgulamam gerekiyor: İnsanlık tarihindeki paganizm tecrübeleri, hiçbir zaman insanı, insanın primitif dürtülerini, arzularını, hazlarını (seksi, iktidar kavramını ve iktidar aygıtlarını, parayı, nesneleri) çağımızda olduğu kadar putlaştırmamışlardı.

M.Ö. sekizinci yüzyılda başlayan ve M.Ö. altıncı, beşinci ve dördüncü yüzyıllarda kesin şeklini alan, oluşumunu tamamlayan Antik Yunan tecrübesi, insanı, insanın olumlu veya olumsuz kimi özelliklerini putlaştıran, izleri günümüze dek uzanan ilk köklü paganizm tecrübesidir. İnsanlık tarihindeki daha önceki paganizm tecrübeleri, Antik Yunan'la başlayan, Hz. İsa'nın Tanrı-İnsan olarak konumlandırılmasıyla dönüşen ve önce Kilise'yi tanrısallaştıran, ardından doğayı, aklı, bilimi; bireyi, toplum'u ve devlet'i (I. Sanayi Devrimi'yle birlikte makina'yı, İkinci Sanayi Devrimi'nden sonra Teknoloji'yi, şu an yaşamakta olduğumuz III. Sanayi Devrimi ile birlikte ise Sanal Teknoloji'yi) putlaştıran tecrübe, Tanrı'yı yeryüzünden kovan, insanın dürtülerini, zaaflarını, hazlarını ve insan ürünü olan (sanal veya reel) aygıtları kutsayan nevzuhur ama sonuçları bakımından ürkütücü bir paganizm ve çağdaş barbarlık biçimidir.

İşte ben bu nevzuhur paganizm biçimini tekno-paganizm olarak adlandırıyorum. Ve tekno-paganizm biçiminin tüm insanlığı son derece tehlikeli bir dünyanın eşiğine sürüklemekte olduğunu görebiliyorum: Tekno-paganizm biçimi, aklın da, insanın da, insanın duygularının da bastırıldığı, kontrol altına alındığı, kimyasının bozulduğu, sözün özü sırra kadem bastığı; kültür, eğlence, müzik, enformasyon teknolojileri aracılığıyla incelikli, uyuşturucu kontrol ve güdümleme biçimleri geliştirici; bakış, algılama, tepki / eylem biçimlerimizi köreltici, bizi sadece kendi bencil çıkarlarımızı merkeze alarak tatmin etmeye itici; dünyanın sorunları karşısında yabancılaştırıcı, kayıtsızlaştırıcı ve sonuç olarak güçlü olanın "haklı", ve "tanrı" olmasına, yepyeni barbarlık / hegemonya biçimleri, yöntemleri, yolları ve aygıtları geliştirmesine zemin hazırlayıcı yepyeni bir paganizm biçimidir.

Buraya kadar benim tekno-paganizm kavramsallaştırması konusunda yaptığım saptamaları Stjepan Mestroviç, "uygar barbarlık" ve "duyguötesi toplum" kavramları çerçevesinde yapıyor. Hırvat kökenli ünlü bir heykeltraş'ın torunu olan ve şu an ABD'de çağdaş sosyal teori dersleri veren Mestroviç'in "uygar barbarlık" kavramsallaştırması konusundaki görüşlerini daha önceki yazılarımda aktarmıştım.

Burada onun "duyguötesi toplum" kavramsallaştırması bağlamında söylediklerini biraz açma gerekiyor; zira Mestroviç'in gözlemleri, tekno-paganizm çerçevesinde söylediklerimi çok iyi açıklıyor. Ayrıntı Yayınları'ndan yılmaz-bıkmaz çevirmen Abdullah Yılmaz tarafından çevrilen, aynı başlığı taşıyan kitabında şunları söylüyor Mestroviç: "Batılı toplumlar, önce Bosna'da Müslüman halkın, ardından Kosova'da Arnavutların Sırplar tarafından [ve tabii Filistinlilerin İsrailliler tarafından-YK] soykırımdan geçirilmesini televizyondan naklen izledi. Televizyon muhabiri, kısa bir süre önce Sırp kurşunlarına hedef olan çocuğun cesedi başında ağlayan Kosovalı anneye mikrofonu uzatıp, 'Ne hissediyorsunuz?' diye sorduğu sırada, Batılı aile ekran karşısında mutlu bir şekilde yemeğini yiyordu... Artık, seyretmekle yetinen, tepkisiz ve sinmiş insanların çoğunluğu oluşturduğu bir çağda yaşıyoruz. Dünyaya dair bilgimiz arttıkça, umutların aksine duygularımız köreliyor; öfkemiz zayıflıyor, kayıtsızlığımız artıyor. Peki ne oldu da bu noktaya gelindi?"

Mestroviç, kendi sorduğu bu soruyu şöyle cevaplıyor: "Olayların insanlarda kollektif bir coşku yarattığı, onları duygulandırdığı ve eyleme sevk ettiği zamanlar geçip gitmiş, duygular [tıpkı televizyon ekranlarındaki en trajik haberler sunulurken bile yapıldığı gibi –YK] paketlenip [nasıl verilmek isteniyorsa öylece rötuşlanıp, cilâlanıp, tüketime-YK] kullanıma sokulur hale gelmiştir. Çağımız insanı artık gerçek duygularını [öfkelerini veya acılarını, üzüntülerini veya sevinçlerini-YK] yaşayamaz, onları eyleme dökemez; olsa olsa [televizyon ekranı aracılığıyla] bir duygu simülasyonu yaşayabilir."

Mestroviç, bu kayıtsızlık, tepkisizlik durumunu "çağdaş Batı dünyasının ufkundan doğan, sentetik duyguların kültür endüstrisi tarafından geniş çapta güdümlendiği / manipüle edildiği yeni-Orwell'ci bir süreç" olarak tanımlar ve şöyle açımlar: "Duygular, yeni bir entelektüel [zihinsel, ruhsuz, duygusuz-YK] biçim alarak mekanikleşmiş, seri üretime ve melez duygulara dönüşmüştür. Uygun biçimde paketlendiği sürece her politika ya da olay kabul edilebilir hale gelmiştir. Eylem için gerekli olan akıl-duygu bağı kopmuştur. Öfke artık kollektif eyleme dönüşmeyecektir [İsrail'in Filistin'de gerçekleştirdiği katliamlara dünyanın bir şey yapamaması bunun en ürkütücü kanıtıdır-YK). Kuşku ve belirsizlik, duyguötesi entellektüellerin mihenktaşı olmuştur: Onlar her bakış açısını bilme ve hepsine karşı tavırsız kalabilme becerisini edinmişlerdir."

Mestroviç, tüm bunların nedeninin "çağdaş toplularda kutsal olanın yitirilmiş olmasının getirdiği yıkım" olduğunu söylüyor.

Kutsal'ın yitirilmesinin yarattığı boşluk; kültür, eğlence, müzik ve enformasyon teknolojileri ve endüstrileri aracılığıyla üretilen din-dışı kutsallıklar, ikonlar, putlar, hazlar, kaçışlar tarafından dolduruluyor: O yüzden hayata tutunarak hayattan kaçabiliyor; ya da hayattan kaçınarak hayata tutunabiliyoruz artık.

Hakiki dinin yitirilmesinin insanları, nasıl sahte kutsallar / putlar ve yeni efendiler arayışına ittiğini Amerika'yı Kristof Kolomb'tan sonra "ikinci kez keşfeden" Fransız sosyoloji geleneğinin en imajinatif isimlerinden Alexis de Tocqueville'in silkeleyici gözlemlerinden yola çıkarak göstermeye ve tartışmaya çalışacağım. Çarşamba günü devam ediyoruz.


20 Mayıs 2002
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED