T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Doğuş Kilisesi ateş altında

İsrail yönetimi, Filistin toplumunun taş ve sopalı gösterilerine tank ve tüfekle karşılık vermeseydi, yılların içinde oluşan barış süreci, her iki kesim tarafından böylesine dinamitlenemezdi. Düşman ve korku üretmeyi, bir varolma savaşı haline getiren İsrail, bölgedeki varlığını da sorgulanır hale getirdi. Nefretin doğurduğu nefret her tarafı sardı.

İsrail Filistin'de Amerikalılar'ın Vietnam'da düştükleri tuzağa göz göre göre düştü. Bir tarafta canından başka kaybedecek fazla bir şeyi olmayan bir toplum var. Diğer tarafta ise, dünyanın en güçlü ordusuna sahip, ancak kaybedecek çok şeyi olan İsrail bulunuyor. Geçtiği yeri yakıp yıkan fille, giderken iz bırakmayan pire savaşıyor.

Lübnan'ın toplum liderlerinden S.N. Nasrullah, sözkonusu savaş stratejisini Filistinliler'in haklarının yorulma bilmez savaşçısı Edward Said'e çok çarpıcı bir biçimde anlatmış: "Biz İsrail'le savaşamayız. Çünkü onların ordusu, deniz kuvvetleri ve nükleer güçleri var. Bu durumda yapabileceğimiz tek şey, onları her zaman bir ceset torbasında olabileceklerini hissettirmektir."

İsrail, Filistin'de soykırımla suçlanmamak için, kendilerinin Avrupa'da uğradıkları soykırımı sürekli gündemde tutar. Başkalarının suçlarını anlatarak, kendi suçlarını gizlemeye çalışırlar. Yahudiler'in kendilerine yapılan soykırımı nasıl bir endüstriye dönüştürdüklerini Norman Finkelstein "The Holocaust Industry" isimli kitabında ayrıntılı olarak anlatır.

İsrail artık soykırımla yetinmeyip, Filistin'deki Peygamber izlerini de yok ediyor. Beytüllahim'deki "Doğuş" Kilisesi kaç gündür ateş altında. Filistinli gençlerle birlikte din adamları da öldürülüyor. Geçmişte "seçilmiş" toplum, Roma'nın yanında yer alarak, ilk Hıristiyanlar'ı nasıl ele verip, kimini öldürmüş, kimini de Filistin dışına sürmüşse, aynı toplum şimdi de sırtını Amerika'ya dayayarak, geçmişteki cinayetlerini tekrarlıyor.

Bugünlerde herkes İsrail'in mi Amerika'nın bir eyaleti, yoksa Amerika'nın mı İsrail'in bir eyaleti olduğunu anlamakta çok büyük güçlük çekiyor.

Kudüs başta olmak üzere Filistin toprakları, bütün peygamberlerin izlerini taşır. Hz. Ömer Kudüs'e gittiği zaman, iki büyük kiliseyi ziyaret eder. Kudüs'e giden herkes, Ağlama Duvarı, Mescid-i Aksa, Kubbet-üs Sahra'yla birlikte kutlu külliyeyi ve sözkonusu "iki kilise"yi ziyaret etmeden gelmez.

Adil Halife Kudüs'te Kıyamet Kilisesi'ne gittiğinde, Müslümanlar ileride hak iddia edebilirler diye, namazını mabet dışında kılar. Sonradan onun namaz kıldığı yere, bir cami yapılır, Kıyamet Kilisesi'ni ziyaret eden, oraya gitmeden edemez. Hz. Ömer Beytüllahim'deki Doğuş Kilisesi'nde de namaz kılar. Kilisede onun namaz kıldığı yer, Hıristiyanlar'ca korunur.

İkinci intifada öncesi Beytüllahim'e gittiğimizde, Hatay'da bulunmuş bir rahip, bizi elimizden tutarak, Doğuş Kilisesi'nde ilk defa Hz. Ömer'in namaz kıldığı yere götürmüştü. Hıristiyanlar, bu kiliselerden birinin yerinde Hz. İsa'nın doğduğuna diğerinde de hayatının sona erdiğine inanırlar.

Üç büyük din Hz. İbrahim'de birleşir. Onun da ölüm yeri, İsrail'in yeniden işgal etmeye çalıştığı Halil şehridir.

Müslümanlar, kimseyi inancı değiştirmeye zorlamadıkları gibi, kimseyi de inancından dolayı da aşağılamadılar.

Filistin'de barışın yolu Hz. İbrahim'in geleneğine saygı duymaktan geçer.


7 Nisan 2002
Pazar
 
NAZİF GÜRDOĞAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED