|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye, devlet ve halk arasındaki sınırı belirleyememiş ender ülkelerden biri. Ender diyorum; çünkü sömürgeci yönetim veya ilkel kavim yaşayışının dışında gelişen ve dünya literatüründe yer alan büyük medeniyet kurucusu bir ülke. Böyle olmasına rağmen, haklar alanındaki belirsizlik, ülkenin siyasi, ekonomik ve hukuki kargaşaya düşmesine ve ülkenin geleceğini olumlu bir şekilde planlamasına büyük ölçüde engel olmaktadır. Halen yeryüzünde Afrika, Ortadoğu ve Asya'nın birçok ülkesinde, halkın iradesinin dikkate alınmadığı sözde demokrasiler hüküm sürmektedir. Buralarda büyük ölçüde askeri liderlerin gerçekleştirdiği darbelerin arkasından, kendini sivilleştiren Monark (kutsallaştırılmış tek adam)'lar ülkenin kaderini tayin etmektedir. Fakat, genel görünüme dikkat edilerek; buralarda da parlamentolar, bakanlar ve idareciler görevlendirilmekte fakat, diktatör kişi veya partinin direktifleri dışına çıkılamamaktadır. Halkın bu tür sistemlerdeki rolü, sistemin çizdiği çerçevenin dışına çıkamamak ve ülke hayatında "figuran rolünü" oynamaktır. Batı ülkelerindeki demokratik yapı, hiçbir siyasi veya kutsal kişiye "tek belirleyici" olma imkanı vermezken; burada da gruplar ve lobiler ülkenin kaderini planlamakta ve halkın bu gruplar içerisinde, belirli ölçüde rol oynadığı ve etkinlik gösterebildiği gözlemlenmektedir. Bu ülkelerin sisteminde dayatma ve "dediğim dedik" mantık, pek yer bulamamaktadır. Kurumsal yapılanmalar genelde halkın arzu ve istekleri doğrultusunda hüküm sürmektedir. Fakat, Batı toplumlarında da medyanın, strateji merkezlerinin ve lobilerin "dolaylı olarak" halkı yönlendirdikleri ve böylece kanaatlere etki ettikleri çok açık bir gerçektir. Türkiye, bütün bu iki kutup arasında belirsiz bir yerde durmaktadır. Misyon ve gelenek olarak büyük, fakat yönetim şekli ve toplum iradesi bakımından oldukça kısıtlı ve kontrollü bir hayatı yaşamaya mecbur edilmektedir. Genelde ülkenin siyasi, ekonomik ve uluslararası karar ve yönelişleri, başka ülke politik gruplarının, strateji merkezlerinin veya güçlü lobilerinin etkisiyle şekillenmektedir. Siyasi, ekonomik ve sivil insiyatiflerin, kendilerine ait ya politikaları mevcut değildir veya bu politikalarını kamuoyuna sunma ve bunun takipçisi olma gibi ciddi bir cesaret ve potansiyelleri bulunmamaktadır. Bütün bu manzara içerisinde Türkiye, geleceğe sisli bir perspektif, güçsüz bir ekonomik yapı ve tedirgin bir sosyal karakter ile bakmaktadır. Burada, öncelikle dikkat etmemiz gereken konu; halka, aydınlara ve toplumsal gruplara ülke konularında rol oynayabilme hürriyetinin verilmesidir. Bu hürriyetin varlığı, ülke politikalarını tesbit ederken, devletçi bir mantığın yegane gerçek olarak kabul edilmemesidir. Halka ve onun çeşitli alanlardaki temsilcilerine, en azından yöneticilerin kararlarını veto etme hakkının verilmesi gerekir. Eğer böyle bir alternatif topluma sunulmazsa, böyle bir yönetimin despotik rejimlerden farkı kalmaz. Bilerek veya bilmeyerek, böyle bir yönetimin kuşatıcı etkisi altında bulunuyoruz. Daha öncede yazmıştım: Eğer bir ülke yöneticileri, yaptıkları hata ve yanlışların cezasını görmedikleri bir sistemde yaşıyorlarsa, o ülkede herkes, canı isteği herşeyi yapabilir. Çünkü, hesabını vermiyecektir. İşte, böyle bir boşluk, ülkemizde işi bilen veya bilmeyen herkesin politikaya atılmasını ve devlet yönetimine gelmesini sonuçlandırmakta; suistimallere ve keyfi yönetime adeta çanak tutmaktadır. Bugün ülkemizdeki sıkıntı ve kargaşaların temel sebebini, yönetimin keyfiliğine ve hesap verme mekanizmasının olmamasına bağlıyorum. Tabii ki bu konu, halkın hürriyetinin ve yönetime hesap sorma şekil ve sistemi ile ilgili boşluğun varlığı ile büyük ölçüde ilişkili. Halk olarak, ülke kaderinde sadece seçtiğimiz yöneticilerin veya bu yönetim grubunun arkasındaki "bazı güçlerin" değil, kendimizin söz sahibi olması gerektiğini bilmemizin zamanı geçmek üzeredir.
FİLİSTİN
Filistin meselesi, insanlık onuru ve haysiyetinin çiğnendiği bir olay haline gelmiştir. İsrail işgali, maalesef Amerika başta olmak üzere, tüm Batı'nın çirkince görmek istemediği tarihi bir zulüm noktasına ulaşmıştır. Batı, hâlâ tek yanlı olarak ölen Yahudiler'i düşünmekte ve 60 yılı aşan bir devlet zulmünü gözardı etmektedir. Filistinliler huzura erişinceye ve bağımsızlıklarını elde edinceye kadar, bütün gücümüzü seferber etmemiz ve İsrail katliamlarına karşı çıkmamız gerekiyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |