|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Filistin'li, iç siyasetli, AB'li, Fenerbahçeli, Beşiktaşlı gündeminin arka fonunda bir başka gündem maddesi filizlenmeyi bekliyor. Bu, ekonominin bitmek tükenmek bilmeyen yapısal arızalarından birisi olan döviz kurları meselesidir. Daha açık bir ifadeyle Dolar'ın TL karşısında değer kaybetmesi ya da bundan kaygı duyan çevrelerin ifadesiyle "TL'nin aşırı değerlenmesi" meselesi. Bu konuyu, aralarında bizim gazetenin yazarı Nurettin Canikli olmak üzere birçok ekonomi uzmanı dert edinmektedir. Üstelik, "yeni devalüasyonistler"in önde gelen isimlerinden birisi olan Canikli üstad, çıtayı iyice yükselterek "Kur ayarlaması yoluyla ihracatı artırmanın mümkün olmadığını söyleyerek, dövizdeki düşüşü destekleyen ekonomi yazarlarının gaflet ve delalet içinde olduğunu söylemek abartılı bir tepki olmayacaktır" demektedir. Üsdat'ın lafı bana değil çünkü, bugüne kadar bu konuda tek bir yazı yazmadım. Ama şimdi gönüllü olarak bu "gaflet ve delalet"in içine dalıyorum. Çünkü, "döviz kuru artmazsa felaket olur" diyenlere katılmadığım gibi, yakında Şubat krizini andıran bir felaket yaşanırsa da bunun dövizle ilgisi olmayacağını şimdiden ilan ediyorum. Öncelikle... Bir ülkenin parasının döviz karşısındaki değeri tamamen itibaridir. Yani hiçbir ülke, –sözgelimi ABD Dolarını konuşuyorsak Amerika– bir başka ülkeye kur dayatmaz. Her ülke kendi ekonomi dengelerini hesap ederek, yabancı ülke paralarına kendi parasının cinsinden bir değer biçer. Bu bir ekonomik denge ve döviz-ulusal para paritesinin o ekonomiye sağlayacağı yarar hesabıdır. İhracatı ya da GSMH'sı düşük olan bir ülkenin parası Dolar karşısında değersiz olacaktır diye de bir kural yoktur. Bu yüzdendir ki, makro göstergeleri Türkiye'den çok çok daha kötü olan, ekonomisinin hacmi bizimle kıyaslanamayacak kadar küçük olan birçok ülkenin parası Dolar'a, Sterlin'e ve Euro'ya karşı TL'den daha değerlidir. Türkiye ise, en iyi 20 ekonominin ardından gelen grupta olmasına rağmen, parası en değersiz birkaç ülkeden birisidir. Burada; ekonomideki öncelikleri belirleyen yerel mekanizmanın ihracatı artırmak adına TL'yi değersizleştirmesini sorgulamak gerekiyor. Gerçek şu ki bir ülke, ihracattan gelecek yıllık 2-3 milyar Dolar'ın hatırına döviz kurunu şaha kaldırmakla akıllıca bir iş yapmış olmaz. Böylelikle, akaryakıt ve elektrik fiyatları başta olmak üzere; Yüzde 80'i hammadde ve yarı mamül madde amaçlı olan ithalatın da dövizle yapıldığı hesaba katılırsa, bütün temel girdi maddeleri ile tüketiciye mal ve hizmet olarak ulaşan bütün ürünlerin fiyatının da arttığı ıskalanamaz. Kur artışı, beraberinde üretim maliyetleri artışı getirdiği için birçok ihracat kalemini de olumsuz yönde etkilemektedir. "İhracatın yükselmesi, Dolar'ın değeri artmalı, ihracat yükselmeli ve cari işlemler açığı küçülmeli tezi"ni ileri sürenlerin öncelikle şu soruyu cevaplaması gerekir: Türk ekonomisi, çapalı kur dönemi hariç sürekli olarak serbest kur uygulamasına rağmen yakın geçmişte tek bir dönem dahi cari işlemler açığını kapatamamışken bu politikada hala ısrar etmenin mantığı nedir? Dahası... Şubat krizinden sonra dövizin TL karşısında iki mislinden daha fazla değerlenmesine karşın bu inanılmaz artışın ihracata küsurattan fazla etki yapmaması da izaha muhtaç bir paradokstur. Ayrıca, IMF'ye verilen Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı'na göre, ortalama döviz kurunun 2002 yılında 1 milyon 304 bin, 2003 yılında da 1 milyon 493 bin lira olarak belirlendiğini de unutmamak gerekiyor. Şaşılacak olan, bu rakamların aşılmasıdır. Türkiye'de ihracat ile döviz kuru arasındaki ilişki hala gerçekçi ve bilimsel bir şekilde ortaya konulamamıştır. Belirli sektörlerin uluslar arası piyasada fiyat bazında rekabeti yapabilmesi için zaruret olan "değersiz TL", sanılanın aksine birçok sektörü hiç ilgilendirmemektedir. Bırakın 1 milyon 300, 1 milyon 500 tartışmasını, Dolar 100 bin lira olsa bile bundan etkilenmeyecek ihracatçılar vardır. Kur ile ihracat arasındaki ilişki; dövizin ekonomide bir faktör olmaktan çıkarılması ile kısa sürede bitirilebilir ve böylelikle üç kuruş ihracat artışı yapabilmek için halkını topyekün fakirleştiren ve sürekli durgunluğa mahkum olan bir ülke olmaktan kurtulabiliriz. Dolar'ı bir faktör olarak kullanmaya devam ederseniz, yerli rantiyenin de sıcak para sahiplerinin de TL/döviz paritesinden dönemsel kazançlar sağlamasını kabullenmek zorundasınız. Kur düşükken Dolar alır beklerler, yarın yükselince TL'ye döner, ertesi gün yine en küçük kur stabilizasyonunu değerlendirip aynı yoldan devam ederler. Dolar'a endeksli ekonominin kısa periyodlarda rantiyeye pozisyon vermesi kaçınılmazdır. Artık bir yerden başlamanın zamanı gelmiştir. Türkiye her yeni güne bir başka kabusla uyanmak istemiyorsa dövizi, ekonomideki kısır döngünün devamlılığı için güçlendirmek yerine piyasa unsuru olmaktan çıkarmanın yolunu bulmalıdır. Ekonomide sürekli kriz ve sorun üreten paradigmayı kırmanın tek yolu da budur.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |