T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
İşkence yapan bedelini ödeyecek. Ya yanlış yapan?

Adalet Bakanlığı, Avrupa Mahkemesi'nde Türkiye aleyhinde çıkan tazminat davalarında sorumlulara rücu edilmesini öngören bir yasa tasarısı hazırlamış...

Böylece işkence olaylarının bir ölçüde de olsa önüne geçilebileceği sanılıyormuş.

Mantık olarak doğru bir yaklaşım...

Tazminatı devlet ödedikten sonra, devlet görevlileri açısından işkence yapmanın da, uluslararası sözleşmelere ve ulusal yasalara rağmen insan hak ve hürriyetlerini çeşitli açılardan ihlal etmenin niye sakıncası olsun?

Üstelik de işkenceyi ve kötü muameleyi her alanda teşvik eden çeşitli yasa ve yönetmelik hükümleri yürürlükteyken ve bu çeşit uygulamaların el altından devlet politikası olarak teşvik edildiği bir anlayış geçerliyken...

Bunun son çarpıcı örneğini, bir özel timci polisin, Susurluk Davası nedeniyle mahkum olması vesilesiyle yaşadık.

Kendisi ile yapılan ropörtajda yüzlerce kişiyi öldürdüğünü itiraf eden bu tetikçinin, yargısız infazlarına, yanlışlıkla öldürdüğü masum insanlara rağmen, belli çevreler tarafından kahraman ilan edildiğini biliyoruz.

'Vatan için, devlet için' cinayet işlenmesinin meşru sayılması gerektiğini savunan bu resmi görüşe rağmen işkence, kötü muamele ve yargısız infazlar nasıl önlenebilecek?

Düşünün, üniformalı bir kamu görevlisi işkenceyi devletin yüce menfaatleri uğruna yaptığını düşünüyor.

Hatta, devleti korumak gayesiyle, kanuni olup olmadığına bakmadan, gözünü kırpmadan cinayetler işliyor. Bu konuda kendisine verilen emirlerin kanunsuz olup olmadığını hiç tartışmıyor bile...

Devlete hakim olan anlayış da bu merkezde.

Daha doğrusu devlete hakim olan anlayış bu merkezde olduğu için o kamu görevlisi böyle düşünüyor ve böyle yapıyor.

Türkiye'de bir işkence olayının yargıya havale edilebilmesinin ne kadar zor olduğunu herkes biliyor.

En başta memur yargılanmasını düzenleyen kanunun hükümlerini aşmak gerekiyor.

Memurlardan oluşan bir kurul, İl İdare Kurulu önce memurun yargılanıp yargılanmamasına karar veriyor. Bu sürecin işlemesi yıllar alıyor.

Adaletin yerine getirilmesi geciktiriliyor.

Türkiye, sırf bu sürecin uzatılması nedeniyle Avrupa Mahkemesi'nde kaç dava kaybetti?

Yüzbinlerce dolar tazminata mahkum oldu.

Bu tasarı bu konuda nasıl bir düzenleme öngörüyor acaba?

Varsayalım ki bu süreç kısa tutuldu. İşkence sorumlusu ya da yargısız infaz sanığı kamu görevlisinin yargılanmasına karar verildi.

Böyle bir yargılamanın ne kadar sürebileceğini benzer olaylarla ilgili kısa bir arşiv çalışması sayesinde hatırlamak mümkün.

En kısa süreni üç dört yılda tamamlanıyor.

!0 yıl hatta daha fazla sürenler var.

Sanık kamu görevlilerinin ifadelerinin alınması ya da adreslerinin bulunması bile yıllarca sürebiliyor.

Mahkemelerin de bu konularda hiç aceleleri yok.

Bu tür davaların zaman aşımı sürelerini yakalayabilmesi için uzatıldıkça uzatılması, mümkünse davaların düşürülmesi, beraatle sonuçlandırılması ve bütün bu yollar tüketildikten sonra kaçınılmaz olarak ceza verilmesi gerekirse de verilecek en düşük cezaların verilmesi sanki yazılmamış bir kural olarak uygulanıyor.

İşkence, kötü muamele ve yargısız infaz olaylarına karşı yargının tavrı da genel olarak hoşgörülü ve teşvik edici nitelikte.

Peki bu yaklaşımlar nasıl engellenecek.

Hangi aşamada, nereye kadar rücu edilecek?

Bir işkence davasında doğru karar vermeyen ya da işkenceyi görmezden gelen yargı organının kararı nedeniyle Türkiye, Avrupa Mahkemesi'nde tazminata mahkum olsa bu kanuna göre bu tazminatı kime ödeteceksiniz?

İşkence emrini veren yetkiliye mi?

Onu canı gönülden uygulayan görevliye mi?

Bu konudaki iddiaları savsaklayan ve işkenceci görevliyi yargıdan kaçırmak isteyen İl İdare Kurulu başkanına mı, üyelerine mi? Yoksa hepsini birden mi?

Sonra, güvenlik güçlerinin baskısı ile işkence görenleri sağlam raporu veren hükümet tabiplerine mi, verdikleri işkence raporlarını daha sonra baskılar üzerine değiştiren Adli Tıp Kurumu sorumlularına mı?

Kime önce ödeteceksiniz bu tazminatları?

Sonra başka konular da var. Oldukça hassas konular bunlar.

Parti kapatmaları ele alın.

Koskoca Anayasa Mahkemesi göz göre göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ona bağlı protokoller dikkate almadan siyasi parti kapatıyor.

Sonra bu kapatma kararları Avrupa Mahkemesi'nde inceleniyor. Çoğunlukla da yanlış bulunuyor.

Türkiye yine tazminata mahkum ediliyor.

Bu durumlarda tazminatlar için kime, kimlere rücu edilecek?

Dahası var.

Sivilleri yargılamaması gereken askeri mahkemeler bütün uyarılara rağmen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ihlal eden kararlar vermeye devam ediyor.

Bunu, askeri hiyerarşi esaslarına göre yapıyor. Emir komuta zincirine göre davranıyor diyelim. Ve bu nedenle de Türkiye tazminata mahkum oluyor.

Bu durumda tazminatı kimden alacaksınız?

Bile bile, üstlerinin emirlerine uyarak Avrupa Sözleşmesi'ni çiğneyen askeri yargıçlardan mı? Onları buna zorlayan üstlerinden mi? Kimden?

Görüldüğü gibi bu öyle sanıldığı gibi kolay bir şey değil.

Bu bir sistem sorunu.

Yoksa Adalet bakanlığı tümden sisteme mi rücu etmeyi düşünüyor?


25 Şubat 2002
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED