AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Mars, Niburi ve diğerleri

Bugünlerde gündemde olan Mars gezegenini görenler, görmeyenler ve bilhassa talebeler de böyle düşünebilmeli ve düşüncelerini bu noktadan itibaren faydalı ve semereli bir şekilde genişletebilmelidir.

  • PROF. DR. MUSTAFA NUTKU / ÖĞRETİM ÜYESİ
    Son günlerde Mars gezegeni gündemde. Sebebi de elips şeklindeki yörüngesinde ancak 60 bin senede bir olabilen şekilde dünyaya en yakın duruma gelmesi. Bir ay süre ile, gece karanlığında gökte çok parlak şekilde, gören her göze kendini gösterecek olması.

    Mars bizim komşu iki gezegenimizden biri. Buna rağmen, geçen gece gökyüzünde çıplak gözle onu ilk defa gördüğümde, dünyanın en yakınındaki komşu iki gezegenden birinin 60 bin yılda bir olacak bu en yakın halinde bile uzaktaki o görünüşü, beni düşündürdü. Bunun yanında başka şeyleri de...

    Kimya, madde ilmidir. Maddenin yapı taşları da atomlardır. Atomların yapısı, özellikleri, hal değiştirmeleri, kimya derslerinde dolaylı deney ve hesap metotları ile elde edilmiş "müspet ilim" halinde kimya derslerinde anlatılır. Bunlar, düşünebilen (aklıselimli) insanlar için çok hayret verici, mükemmel bir nizamın, mizanın, ilmin, iradenin, kudretin tezahürleridir. Fakat, maalesef bütün zeka, kabiliyet, bilgi, tecrübe ve müşahedelerine rağmen, bu bilime ve diğer tabiat bilimlerine bu nazarla bakabilen bilim adamlarının sayısı azdır. Bunun sebeblerinin tahlili, geniş bir mevzudur. Bu tahlil üzerinde şimdilik durmayıp, üniversitedeki kimya öğretim üyeliğimden mühim bir anektodu nakletmek istiyorum:

    Bir kimya dersinden çıkıp odama gelişimde, o dersteki öğrencilerden biri de beni takip etti. Biraz çekingen bir eda ile, bana şöyle dedi: "Hocam, kafama takılan bir şeyi sormak istiyorum: Atomdaki elektronun çekirdek etrafındaki fevkalade hızlı hareketi, maddenin varoluşu ile, o varoluştan itibaren başlamış ve devam ettiğine göre, bu hareketin hızını, nizamını veren ve devam ettiren nedir?"

    Öğrencimin bana o gün sorduğu bu soru ve benzeri başka soruların cevabı, kimya bilimi metodolojisinde verilmez.

    "Bunlar bizim mevzuumuza girmez. Biz, deney ve hesap yoluyla elde ettiğimiz bilgilerle ilgileniriz" şeklindeki cevaplarla mevzu geçiştirilmeye çalışılır.

    Peki, kimya bilimi deney ve hesap yolu ile elde edilmiş bilgilerle ilgileniyor diye, bu bilimin sunduğu bilgilerin selim akıl sahiplerinde meydana getirdiği çok haklı ve yerinde suallerin cevabı hiç araştırılmayacak mıdır? Bilim namına, bilmemizde fayda ve lüzum olan hususlar namına her şey deney ve hesaplarımızla elde edebileceğimiz bilgilerle sınırlı mı kalmalıdır? Elbette ki; "Hayır!." Çünkü, ilmin manası geniştir, çeşitleri çoktur. Deney ve hesap yoluyla elde edilen bilgi birikimleri, ilim kelimesinin mana genişliği, derinliği ve irşadının pek azını temsil eder. Bunun dışında ilim çeşitlerinin varlıkları, kaynakları, güvenilirlikleri, irşat özellikleri, ortaya bir "vecize" atarak topyekün reddedilemez!

    Öğrencimin, üniversitede, bir kimya dersi sonrasında sorduğu o mühim suale, aklına kapı açıp ihtiyarını (cüz'i iradesini) elinden almadan kısa bir cevap verebilmek için şöyle demiştim: "Acaba bu merak, sadece atomdaki elektronun hareketi için mi duyulmalıdır? Başını gökyüzüne çevir, bak; milyarlarca yıldız var. Dünya, güneşin etrafında; ay ise hem dünyanın etrafında hem de dünya ile beraber güneşin etrafında dönüyor. Bu hareketleri o kadar muntazam ki, dünyanın ve ayın bu hareketlerinde ne zaman, nerede olacakları çok önceden bilinebiliyor; buna göre takvimler yapılıyor. Bütün gök cisimleri için de aynı şeyi düşünmek, aynı merakı duymak ve hem aklını hem de vicdanını tatmin edebilecek doğru cevabı araştırıp bulabilmek lazımdır. Bu, bir üniversite diploması alabilmenin çok ötesinde, bir talebenin önce insanlığının hakkını verebilmesi için, üzerine düşen mühim bir vazifesidir."

    Bugünlerde gündemde olan Mars gezegenini görenler, görmeyenler ve bilhassa talebeler de böyle düşünebilmeli ve düşüncelerini bu noktadan itibaren faydalı ve semereli bir şekilde genişletebilmelidir. Aksi halde, Mars'a sadece, "kırmızı gezegen", "60 bin yılda bir dünyaya şimdiki kadar yakın olabiliyor" gibi sıfatlandırmalar yapmakla kalarak daha derin düşünüp ibretler almamak; bu mevzuda yavanlıkla ve sathilikle akıl sahipliğinin ve insanlığının hakkını vermemek, bazen de bu şekildeki "bilimsel"liği, göklerin ve yerin sahibini tanımamak küfrüne "kalkan" yapmaya çalışan imansızlık gayretkeşlerinin bilmeden hoparlörlüğü zilletine düşmek haline bile girilebilir ki, en fazla sakınılması icap eden de bu son haldir.

    Soru soran o üniversite kimya bölümü öğrencisinin sorusundaki gibi atomlardaki elektronlar, ayrıca göklerde ve yerde Allah'ın varlığını, birliğini çeşitli isimlerinin tecellileriyle gösteren varlık alemindeki canlı-cansız her şey, Allah'ın kudret sıfatının ayetleri (ispatları) olarak etrafımızda bulunuyorken, Allah'ın kelam sıfatının ayetleri (ispatları) olan Kur'an'ı dinlemeyecek miyiz?

    2003 yılında Mars gezegeninin, 2013 yılında da 3600 yılda bir dünyaya en yakın olabilen Niburi adlı güneş sisteminin esrarengiz diğer bir gezegeninin yörüngelerindeki hareketlerinde dünyamıza en yakın pozisyona gelmeleri bize neleri düşündürmeli? Bu, düşünebilen ve eli kalem tutan her insan için mühim bir kompozisyon ödevi olabilir. İnsanlarımız, televole dedikodularında, futbol gevezeliklerinde, ekonomik ve siyasi dalgalanmalarda boğulup kalmamalı; bu ve bunun gibi mühim mevzularda da kafa yormalı; aklıselimle imâl-i fikretmeye ve doğru neticelere ulaşmağa çalışmalıdır. İnsan olmanın ve akla sahip olmanın hakkı böyle verilebilir.


    Doğa felsefesinin belirleyiciliği

  • OSMAN KAYA / EĞİTİMCİ-YAZAR
    Yaşadığımız evrende herşey birbiri ile ilişki içindedir. Bu yargı sadece organik evrende değil inorganik evrende de böyledir. Bu ilişkilendirilebilir yapı, konu insan ve toplum olunca daha belirgin bir şekilde göze çarpar. İnsan ve toplumda herşey birbirini etkiler.

    İnsanda bu etkileşim düşünsel yapısında da belirgindir. İnsan ve toplumun herhangi bir konudaki bireysel ya da kolektif yargıları, diğer konulardaki bireysel ya da kolektif yargıları üzerinde belirleyici özelliğe sahiptir. Bu yargıya belirgin bir şekilde tanıklık eden en önemli alan doğa felsefesidir. Doğa felsefesi, pekçok düşüncenin şekillenmesinde belirleyici bir röle sahiptir. Hatta o kadar ki neredeyse insanın "bana doğa felsefeni söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim" diyesi gelir.

    Doğa felsefesinin bu etkisinin kaynağı nedir? Şüphe yok ki insan bir doğa varlığıdır. Yani insan doğanın içinde yaşayan bir varlıktır. Onun bütün yapıp etmeleri doğa içinde gerçekleşir. Doğa içinde yapıp etmeleriyle insan, hem doğaya şekil verip onu etkileyen, hem de şekil verme sürecinde aynı zamanda şekil alıp ondan etkilenen bir varlıktır. Doğaya bakış insan ve toplumun pekçok düşünsel şekillenişinde, düşünsel tercihinde, düşüncel tercihe dayalı eylem pratiğinde belirleyicidir. İnsanoğlunun edebi ve ezeli sorusu olan "ben kimim?" sorusuna verilecek yanıt aynı zamanda "benim içinde yaşadığım doğa nedir? Ezeli ve ebedi midir? Onu bir var eden var mıdır? Doğa nasıl işlemektedir? Bu işleyişin doğa dışı bir kaynağı var mıdır? Bir insan olarak benim doğayla ilişkilerim nasıl olmalıdır? Doğa neden var edilmiş ya da vardır?" gibi sorularına da yanıt verme zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir.

    Mesela doğa nın ezelden beri varolup olmaması ya da edebiyan var olup olamayacağı sorularının insan yaşamı üzerine olan etkilerini ele alalım; Eğer doğa ezelden beri varsa o yaratılmamıştır. Eğer o yaratılmamışsa doğada bir yaratıcı 'Tanrı' mevcut değildir. İnsan da doğada yaşayan bir varlık olduğuna göre doğada eğer 'Tanrı' yoksa insan da 'Tanrı'sızdır. Eğer insanın hesap vereceği bir mecri olarak ya da ona sorumluluk yükleyen, ona bir varoluş anlam ve amacı yükleyen bir güç olarak 'Tanrı' yoksa o zaman ahlakın da bir anlamı yoktur. Dolayısıyla insan istediği gibi yaşayabilir, istediği davranışı tercih edebilir ve davranışlarından ötürü de kimseye hesap vermek zorunda değildir. Çünkü bu durumda Dostoyevski'nin ifadesiyle "Eğer 'Tanrı' yoksa her şey meşrudur."

    Eğer doğa sonradan var olmuşsa onu var edenin olması gerektiği bir zorunluluktur ki bu vazeden de Allaht'tır. Allah'ın yarattığı evrende, doğada yaşadığının bilincinde olan insan hiçbir şeyin anlamsız yaratılmadığının bilinciyle hareket eder ve hayatının var oluşuna neden olan anlam ve amaç doğrultusunda bir ömür boyu hareket eder. Çünkü bir anlam doğrultusunda var edilmiştir. Bu var oluş anlamı o kadar önemlidir ki doğada var olan her şeyde bir insani ilke mevcuttur. Yani dünya insan için dönmekte, güneş de her saniye dört milyon ton hidrojeni dört milyon ton helyuma insan için dönüştürmektedir. Bu kadar önemsenen, kendisine bu kadar anlam ve önem atfedilen insan kendisine yaratıcısı tarafından bir anlam doğrultusunda geçirmesi gereken yaşamı, keyfi doğrultusunda, "heva ve hevesi" doğrultusunda çar-çur edebilir mi? Öyleyse var edilmiş, yaratılmış bir doğa ve bu doğa içinde yaşama bilinciyle hareket eden insan bütün davranışlarında ahlakiliği gözetmek durumundadır. Siyasal sistemlerin de oluşum sürecinde doğa felsefelerinin belirleyici etkileri gözardı edilemez. Determinist doğa anlayışına sahip bireysel yönetilen ya da determinizmi temel yorumsama ilkesi olarak kabul etmiş siyasal sistemlerde insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği sıkça tanık olunan bir gerçektir. Determinist bir yaklaşımda her şey sebep sonuç ilişkisi içinde belirlenir ve belli sebepler belli sonuçları mutlak ve zorunlu olarak doğurur. Bu genelleme insanlara da rahatlıkla uygulanır. Mesela, belli özellikleri taşıyanlar yaşam sürecinde başırılı olurlar, belli özellikleri taşıyanlar ise başarısız olmaya mahkumdurlar. O halde başarılı ve başarısız ayrımını daha başlangıçta yapıp başarılıya her türlü olanakları sağlamak başarısıza ise toplumun ayak takımı görevini iyi yapabilecek donatılara sahip kılmak ve bunu mümkün olduğu kadar erken yapmak, zaman ve emek kaybını engelleyecektir.

    Determinizmi temel doğa düşünsel ilke olarak kabul edip bunu topluma uyarlayan, bireyi de determine eden bir siyasal rejim pekala şöyle bir sofistike mantıkla vatandaşını yargılayabilir:

    "Şu adam A kitabını okuyor. A kitabını 1 A terör örgütünün elemanları okur, o halde şu adam mutlaka 1 A terör örgütünün elemanıdır." Determinist siyasal rejim anlayışlarında zanlı suçu ispat edilse de edilmese de suçludur. Çünkü onun suçlu olduğunu gösteren çeşitli nedenler vardır.

    İndeterminist bir doğa yaklaşımını temel kabul edip bu yaklaşımı toplum ve birey yorumsamasında da kullanan siyasal rejemler "hiçbir şey önceden kestirilebilecek kadar kesin değildir" gerçeğinden yola çıkarak bireyleri öyle kolay mahkum etmezler, çünkü bu yaklaşıma göre, doğa ve de özellikle insan kategorize edilemeyecek kadar karmaşıktır. Bu nedenden ötürü zanlı suçu ispat edilinceye kadar suçsuzdur. Düşünen insan ve düşünen insanlardan oluşan toplumun doğa anlayışı olan doğa felsefesi yalnızca bilim politikalarını belirleyen bir alan değil, diğer sosyal alanlarda da belirleyici işleve sahip bir disiplindir.


    Medyada gerçek başarıya yer yoktur

  • FATMA ALİYE OKUR / ARAŞTIRMACI
    Radyosu, televizyonu, gazeteleri, dergileri, interneti, cep telefonu, taşınabilir veya masaüstü bilgisayarı, iletişim araçları modern insanın hayatının vazgeçilmezleridir. Modern insana bu araçlardan herhangi birinden yoksun hayatı düşletmezsiniz bile. Çünkü o tür bir hayatı kâbus gibi algılayacaktır. Modern hayatı kolaylaştıran kitle iletişim araçları öte yandan gündemimizi belirleyerek ne konuşacağımıza karar verdiği gibi, neyi düşünmemiz gerektiğini, nasıl davranacağımızı, neye üzülüp, kime güleceğimizi bize söylemektedir. Bizler de çoğu zaman itiraz etmeden, karşı çıkmayı aklımıza bile getirmeden uyarız bu direktiflere. Bir diğer taraftan kitle iletişim araçları belirlediği hayat tarzını bize doğru olarak sunmakta, bu tarz dışındaki hayatları başarısızmış gibi algılamamızı sağlamaktadır. Nedir bu hayat? Lüks bir semte, lüks bir apartman dairesi veya şehrin dışında lüks bir sitelerde oluşturulmuş, önünde pahalı lüks bir otomobilin olduğu, içerisi pahalı mobilyalarla dolu, her türlü konfora sahip, içerisinde yapay huzur olduğu evler. Bilgisayarlı, cep telefonlu, çoğu borsaya endeksli hayatlar. Eğer böyle bir hayatınız yoksa birkaç televizyon programını seyrettikten sonra kendinizi kaybedenler arasında görmeye başlarsınız. Üstelik seyrettiğiniz programların televizyon dizileri olması gerekmez, birkaç sohbet programı hatta haber programı seyretmeniz bile yeter kendinizi başarısız hissetmenize.

    Arkanıza yaslanıp yanıbaşınızdan geçen insanlara, önünüzden akıp giden hayata baktığınızda gerçeklerin size gösterilenden, düşünmenizi istenilenden çok daha farklı, gerçek başarının ölçüsünün kişiye has olduğunu farkediverirsiniz.. Tarıma fazla müsait alanı olmayan bir Anadolu şehrinde dar gelirli ailenin çocuğu olarak sağlık meslek lisesinde eğitimine başlayıp, hemşire olduktan sonra hem çalışıp hem üniversiteye devam eden, üniversiteyi bitirdikten sonra büyük bir cesaretle dil öğrenmek için yurtdışına giden, yabancı bir ülkede çocuk bakıp dil eğitimi alan biri lüks bir hayatı yaşamayıp mütevazı bir evde oturuyor diye başarısız mıdır? Öğretmenlik yaparken hukuk fakültesinde okuyup hayatının geri kalanında avukatlık yapıp çocuklarına iyi bir gelecek sunan birine başarısız demeye kimin dili varabilir ki? Kırk yıl önce hayat, eşi ve çocukları ile akıp giderken kocasının ani kaybı ile değişen düzenine direnen, otuzlu yaşlarında çalışma hayatına başlayan ve çocuklarını meslek sahibi yapan bir anne bugün yetmişli yaşlarında sağlıklı olarak torunları ile ilgileniyorsa bir ömür boşa geçmiş diyebilir miyiz? Veya bu kişiyi nasıl kaybedenler sınıfında görebiliriz, kendisini kaybedenler sınıfında görmesini isteyebiliriz? Bir insan düşünün, aslında hep toprakla haşır neşir olmak istemiş, ektiği ağacın meyvesinden tattığında mutlu olacağını hissetmiş ama modern hayatın zincirleri ile bağlanmış kalmış. Kırklı yaşlarında bu zincirleri kırmaya karar veriyor. Tepkilere aldırmadan dönüm noktası kararını verip bir toprak satın alıp ekip, dikiyor, mahsulunu satıp hayatını sürdürmeye karar veriyor ve uyguluyor. Başarılı oluyor. Altmışüç yaşına geldiğinde, şehirde yaşamayı reddedip, köye yerleştiği için kim onu başarısız görebilir ki?!




  • 22 Eylül 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED