AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Örtünün kırışığı

Nankörlüğe uğrayan Atinalı Timon'un nankör "dostlarını" yoksulluğunun son ziyafetine çağırdıktan sonra, onlara hakaretler ve ilençler yağdıran hitabesini anlamamız kolaydır. Atinalı Timon'un şu haykırışları, içimizi ürpertmekle kalmaz, yüce bir hüzün duygusunu da yaşatır bize: "Savuruyorum işte böyle suratınıza vıcık vıcık alçaklığınızı. Herkesin lanetleriyle yaşayın, uzun uzun hem de; sizi sırıtkan, yapışkan, iğrenç sömürgenler sizi! İnsanın yüzüne gülüp kuyusunu kazanlar, dost yüzlü kurtlar, tatlı dilli ayılar sizi! Para budalaları,sofra sülükleri, iyi gün sinekleri! Süklüm püklüm uşaklar, uçarı dumanlar, kalleş kuklalar! (…) alçakları çağırmadan kurulmasın hiçbir sofra. Yansın konağım! Atina yerin dibine batsın! Bundan böyle Timon'un yüreğinde yeri olmasın insanların, hiçbir insanın!" (S. Eyüboğlu çevirisi).

Okyanusun dev dalgalarına, rüzgârın savurduğu sonsuz ekin tarlalarına, cangılın uğultusuna, sel sularının haykırışlarına bakarak da haşyet ve ihtişam duygularını yaşayabiliriz.

Ama bir örtünün kırışığına bakarak aynı duyguları yakalamamız ve yaşayabilmemiz o kadar kolay görünmüyor. ihtişamı ve haşyeti yakalayabilmemiz için, ona sebep olan olayın da her zaman felâket ve belâ kabilinden afetleri beklememiz gerekmiyor, ulu bir meltemin savurduğu ekin tarlalarına ya da imbatın ırgaladığı denize bakarak da haşyet, ihtişam ve yücelik duygusuna erişebiliriz.

Hüznün, ille de, üzüntüden doğmadığını öğrenmiş bulunuyorum. Mutluluğun doruk noktasında da hüzünlü duyguya yer olduğunu, mutluluğun içinde hüznün payı bulunduğunu artık biliyorum. Bunun tersinin doğru olduğu da böylece ortaya çıkıyor.. hüznün doruk noktasında da mutluluk yaşanabilmektedir. Bu duygular arasında ancak ustura ağzıyla ifade edilebilecek bir fark bulunuyor. Timon'un, nankörlere savurduğu hakaret dolu hayıflanması, aynı zamanda onun mutluluğuna da kaynak olabilir. Böyle olmasa, insan belki de hırsından çatlayıp ölür.

Ama ben başka bir noktayı vurgulamak istiyorum. Bu alayişli eylemleri anlamamız kolaydır, diyorum. Ancak bir örtünün kırışığına bakıp bakıp hüzünlü duygulara kendini kaptırmak nasıl açıklanmalı? Bir karınca yuvasına basıp geçmiş hoyrat bir ayağın ezdiği karıncalara, bozulan karınca yuvasına bakıp hüzünlenmek neyin nesi? Öyle bir karınca yuvasının önünde diz çöküp oturuyorsunuz ve orada olup bitenlere bakıyorsunuz. O hoyrat ayağın bastığı karınca yuvasında vuku bulmuş felâketten sona karıncaların bir kısmı ölmüştür. Onlar için mesele yok. Onlar zaten ölmüş olduklarından ve ölmüş olduklarını da bilmediklerinden geçirmiş oldukları felâketi bilmezler. Sağ kalanlar için de, biz yalnızca, düzenlerinin değişmiş olmasından sonra devam eden ve fakat gene de doğal dizgesini devam ettiren bir hayatın sürdürüldüğünü düşünürüz. Ama bunu biz, insan olarak biz, düşünürüz. Hayvancık, başına gelen olayın adını "felâket" diye koymaz. Başına gelen olayın bir adı yoktur onun nezdinde. Dolayısıyla bir hüzne düşmesi de söz konusu değildir. Ama olayın adını "biz" koyarız ve onu adını koyduğumuz duygu yönündü yaşayan biz oluruz.

Bir sofra örtüsünün kırışığına takılmış adını bilmediğiniz bir böcek için orada öylece bir takılmışlık hali vardır ve bu hal ne onun geçmişiyle, ne geleceğiyle bağlantılıdır: o öyledir, o kadar. Ama ona bakan insan, bu hali, yorumlar ve yorumuna verdiği ada göre de farklı duyguları yaşamaya başlar. Hüzünlenince hüznünü, içinde kendisinin de yer aldığı evrene yayar, bulaştırır. Bu da insan için bir nimettir ve bu nimet yalnızca ona özgü bir durumdur. Kendisi için hiçbir şey demek olan örtünün kırışığı, bir tozun havada savruluşu, bir duman izi.. onun nimetleri arasında yer alır.


28 Eylül 2003
Pazar
 
RASİM ÖZDENÖREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED