|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ak Parti hükümetinin kurulduğu günlerden itibaren muhalif kesimlerde ana strateji, kamuoyunda, atılacak her adımı Ak Parti'nin gizli gündeminin uzantısı olarak kabul ettirme arzusu oldu. Refahyol döneminde bu strateji ustalıkla uygulanmış ve netice de almıştı. Bu strateji için malzeme İran örneğinden geliyordu. Devrimden sonra Türkiye'ye kaçan İranlı generaller Türk generallerine "İslam devrimi"nin adım adım geleceğini, önce farkedilmeyen gelişmenin bu kademeli büyümeyle birdenbire ülkeyi teslim alacağını söylemişlerdi. İranlı generaller bir anlamda "Biz yandık siz yanmayın" demişlerdi. Bu uyarının ürünü olarak RP kaynaklı her adım, nihai hesabın parçası olarak algılanmış ve peşinden 28 Şubat süreci gelmişti. Zinde kuvvetler Türkiye'nin "sinsi" bir hesaba kurban gitmesini önlemişlerdi. Ak Parti iktidarı "yemin billah" değişme tema'sı işleyerek geldi. Sistemin bütün kutsalları, en güçlü biçimde seslendirildi. Ak Parti, tüm kuşkuları dağıtmak istiyordu. Ama öteki stratejinin kurucuları da pes etmemişti. Ak Parti, problemli hangi alana el atmak istediyse, karşısına "niyetin ne?" sorgusu çıktı. Doğrusu bir yığın problemli alan oluşmuştu. 28 Şubat'tan önce vardı, 28 Şubat problemleri katmerlendirmişti. 28 Şubat başlı başına bir problemdi. "Anayasal" olduğu da söylense, bir MGK etkinliği olarak, demokratik yapının zorlanmasıydı. Türk sistemi, demokratikleşecekse, askerin sistem üzerindeki etkinliğinin kurumlaşması olarak görülen MGK'lı yapının değişmesi gerekiyordu. MGK'lı yapının değişmesi demek, 28 Şubat sisteminin değişmesi demekti, 28 Şubat sisteminin değişmesi demekse, bir ideolojik çizginin dışlanması anlamına geliyordu. Onun için bir iktidar sadece "28 Şubat düzeni"ni değiştirmek için yola çıksa, bir kesim tarafından hemen ithama maruz kalabilirdi. Hele bu Ak Parti ise ithamın mahiyeti de ortaya çıkıyordu. Aslında Ak Parti 28 Şubat'a pek dokunmak yanlısı değildi. Ama Türkiye'nin AB yönelişi içinde yapılması şart koşulan reformlar da, MGK'lı düzenin değişmesini öngörüyor, dolayısıyla, Ak Parti istemeden bile olsa, mayınlı alana giriyordu. Ak Parti'nin AB ile uyum çerçevesinde gündeme getirdiği reform atılımlarının, CHP tarafından "başka niyetleri kamufle eden girişimler olarak" itham edilmesi başlangıçta ifade ettiğimiz statejinin uzantısı olarak görülebilir. CHP'nin bu tavrının tek başına ona ait olmadığını tahmin etmek de zor değildir. Sadece AB ile ilgili uyum paketleri değil, başka adımlar da hemen "irticaya giden hareketin ayak sesleri" olarak itham ediliyor. Diyelim meslek liseleri ile ilgili açık, net, kaba haksızlığın düzeltilmesi yolundaki bir girişim hemen damgalanıyor. İHL'ye dokunmak bile... Diyanet için kadro istemek bile... Apartmanlara ibadet yeri izni kilise inşası için normal kabul edilirken, mescid söz konusu olduğunda o malum işin "ayak sesleri" olarak algılanıyor. Bakanların, milletvekillerinin eşlerinin başörtüleri, irticaya giden yolda "gözleri alıştırma" eylemi olarak değerlendiriliyor. Ayak sesleri, ayak sesleri...ayak sesleri... Bunu ben, bilinen çevrelerde "ülke elden gidiyor!" endişesi oluşturma çabasının ürünü olarak değerlendiriyorum. Bir kere "ayak sesleri tema'sı" tutturulabilirse, artık en masum hareketler, o işin parçası haline dönüştürülebiliyor. Sokaklardan, hem de tam Atatürk büstlerinin önünden çekilmiş çarşaflı birkaç resim, işte ne bileyim, okullardan asparagas tesettür defileleri fotoğrafları, üniversitelerde mezuniyet törenlerine katılan başörtülü ya da başörtü üstü peruklu görüntüler... Bunlar hep bir kesime "Eyvah" dedirtmek üzere tasarlanmış dezenformasyon girişimleri... "Ayak sesleri tema'sı" bir dolduruşa getirme eylemidir. Askerin duyarlılığını kaşıma çabalarıdır. Bence, Türkiye'de sadece Ak Parti iktidarı değil, herkes problemli alanları görmek zorundadır. En basit soru şudur: Türkiye, kızının veya oğlunun mezuniyet törenine girebilmek için annelerin başörtüsü üzerine peruk takmak zorunda kaldığı bir ülke mi olmalıdır? Bu sorun değil midir? Bu sorun dururken Türkiye'de devlet-toplum ilişkisinin sağlıklı yürüdüğü ifade edilebilir mi? İmam Hatipli veya değil, meslek liselerinin üniversite girişinde puanlarının düşürülmesi hangi ülkenin insaf duygusu içinde hazmedilebilir? Bu ülke, diyelim tıp alanında okumak isteyen ve fazlasıyla yeterli puanı bulunan meslek liseli bir çocuğun puanını düşürmek ve önünü kesmekle ne kazanacaktır? Bu ülke bizzat devletin açtığı okullarda okuyan İmam Hatip öğrencisini "potansiyel irtica kaynağı" olarak görmekle, bizzat kendisi derin bir çelişki içinde bulunmuş olmakta değli midir? Bütün bunlar acilen düzeltilmesi gereken sorunlar olarak dururken, sorunun kangrenleşmesine göz yumup, bunların düzeltilmesi yolundaki adımları da "ayak sesleri" diye nitelemekle Türkiye ne kazanacaktır? Ne diyelim? Kimse dolduruşa gelmesin. Türkiye çok sık yaşadığı bu dolduruşlardan bir şey kazanmadı...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |