|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İstanbul'u bilenler hak verecektir sanırız: Adı Mecidiyeköy olan ve Ali Sami Yen Stadı'nın da bulunduğu bölge, zaten "cehennem"den farksızdır. Maç günleri, maç saatleri değil, günün her saatinde bu böyle...
Epeydir aklımızda olan bir soruydu: Ali Sami Yen Stadı'nın yıkılarak yine aynı yerde bu kez çok daha büyük olarak inşa edilmesi hakkında niçin kimse yazıp çizmiyordu? Gazetelerin ne "normal" sayfalarında, ne de "Spor" sayfalarında (bu sınıflamaya göre bu sayfalar "anormal" oluyor!) tek bir kalemin bile "Ali Sami Yen'in bugünkü yerinde olması zaten çok sakıncalıyken, bir de daha irisini burada yükseltmek büyük bir hatadır!" dediğini duymadık. ("Spor" sayfalarını pek izlemediğimizden belki diyen birileri çıkmış ama gözümüzden kaçmış olabilir. Eğer öyleyse düzeltiriz.) İstanbul'u bilenler hak verecektir sanırız: Adı Mecidiyeköy olan ve Ali Sami Yen Stadı'nın da bulunduğu bölge, zaten "cehennem"den farksızdır. Maç günleri, maç saatleri değil, günün her saatinde bu böyle... Mecidiyeköy "meydanı" zaten hepsi hepsi, köprüler altına sıkışmış, her sokağından araç girip çıkan, bu da yetmezmiş gibi otobüslerin ana duraklarından birisi olarak seçilmiş kirli, haddinden fazla gürültülü ve sıkışık bir alanın adı... Böyle bir alanda değil 30 bin kişilik bir stadın, bir voleybol sahasının bile olması şehircilik kuralları açısından çok yanlış bir seçim. Ama ne hikmetse bugüne kadar şehircilik biliminin ortaya koyduğu bu apaçık hakikatı kimse dile getirmek istemedi. Hadi diyelim ki Galatasaraylı yöneticilerin bu konudan uzak durmalarını anlamak mümkün; peki ya ilgili diğer çevreler? Ne bir gazete, ne bir belediye yöneticisi "Stadı buraya tekrar dikmek olacak iş mi?" diye bir açıklama yapmadı. Hem de herkesin bildiği gibi, dünyanın her yerinde stadların artık şehir merkezlerinin dışına taşındığı bir dönemde. Nihayet Hıncal Uluç'un yazısı çıkageldi. Uluç, "Bu proje İstanbul'u da kurtarır, Galatasaray'ı da..." başlıklı yazısında (24 Haziran) Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül'ün stadı dışarıya taşıma fikrini (ve "projesini") tartışıyor. Nitekim, söz konusu projeye basının yeterli ilgiyi göstermemesinden Sabah yazarı da şikayetçi: "Açık söyleyeyim, bizim gazete hakkını verememiş. İstanbul'un rengini değiştirecek bir projeyi, hem de özel haber yakalamışlar, ama birinci sayfadan, tam sayfa verememişler." Uluç, tahmin ettiğiniz gibi, söz konusu projeyi geniş olarak tanıtıp, gerçekleşmesi halinde şehir gibi Galatasaray'ın da nasıl kurtulacağını uzun uzun anlatmış. Biz tabii ki, söz konusu proje hakkında yeterli bilgi olmadığından işin bu faslına girmeyeceğiz. Ama Uluç'un yazısını özellikle şu açıdan önemli görüyoruz: Hiç değilse bir gazeteci (hem de Galatasaraylı!) boğazına kadar dolmuş Mecidiyeköy'e bugünkünden daha da büyük bir stad dikmenin akıl fikir işi olmadığını açıkça ilan etmiş oluyor. Doğrusu insanın hayret etmemesi mümkün değil. "Galatasaraylılar" denilen "camia"nın İstanbul'un geleceği üzerindeki gücü bu kadar mı büyük? Gazeteciler gibi şehircilerin ve belediyecilerin tamamı da Galatasaraylı mıdır nedir? (K.B.)
Peki 'sana ne?'
Gazeteler okurlarının dönüşmesine önemli katkıda bulunabilirler mi? Ona ne şüphe! Bakın habere: "Manken Nefise Karatay'ın sevgilisi Murat Varol ile Deniz Akkaya'nın bilinmeyen bir Bodrum seferi daha yaptıkları ortaya çıktı. Ayrıntıları 'oradaki' bir meraklı yolcu anlattı". İşte bakın, o güne kadar kendi halinde yaşayan "bir yolcu", sabahtan akşama kadar gazetesinde kimin kiminle beraber olduğuna dair tonlarca haber okumasından dolayı nihayet "bir meraklı yolcu"ya dönüşmüş! Milliyet'in "haber kaynağı" olarak "bir meraklı yolcu" diye tarif ettiği yolcu bakın olup biteni gazeteye nasıl aktarmış: "Bodrum Havaalanı'nda Murat Varol'u gördüm. Yanında üç erkek arkadaşı vardı. Uçakta Akkaya 1A'da, Varol ve iki arkadaşı 3C'deydi. Varol'un yanında İngiltere'de yaşayan ve Türk bayrağından elbise yapan modacı da oturuyordu. Uçakta birbirlerini tanımıyor gibiydiler. 22.15 gibi İstanbul Atatürk Havalimanı'na indik. Akkaya'nın bagajı vardı; banda doğru yürüdü. Varol, bagajı olmadığı için Akkaya'nın 10 metre kadar arkasında duruyordu. Cep telefonu ile hemen yanımdaki Akkaya'yı aradı. Akkaya telefonda 'Tamam, tamam geliyorum' dedi ve bir süre görüştü. Bagajlarımızı alıp ayrıldık. Akkaya'nın telefonu yine çaldı. 'Bekle geliyorum ya...' dedi. Akkaya, terminalden Varol'un arkasından çıktı."(!) Görüyorsunuz, "bir yolcu"nun okuduğu gazetelerin etkisiyle "bir meraklı yolcu"ya dönüşmesi ne kadar kolaymış... Milliyet'te hilafsız dörte bir sayfayı kaplayan bu haberi okuduktan sonra şöyle düşündük: Ya senin başka işin yok mu? Daha da doğrusu, bütün bu olup bitenden sana ne?! ("Meraklı yolcu"ya söylüyoruz tabii ki!) (K.B.)
Bu iş tamam gibi: AB için Naomi'den de destek geldi...
İsterseniz önce, podyuma kaç para karşılığı çıktığına ilişkin haberlerle başlayalım. Naomi Campbell, Vatan gazetesine göre "30 saniye yürüdü 50 bin dolar aldı". Gazete bir yanlış anlama olmasın diye Naomi'nin saniyesinin kaç paraya geldiğini de hesaplamış: "saniyede 2.5 milyar lira kazandı". İyi para doğrusu.... Ama hemen "Amma paraymış, değer miydi?" filan diyerek öfkelenmeyin... Akşam gazetesi bu tepkinize karşı önlemi almış bile: "Süper modelin süper indirimi". Yani: "Yurtdışı defilelerinden 200 bin dolardan aşağıya adım atmayan (yok daha ne!) top model Naomi Campbell'ın, Türk dostlarını kıramayıp İstanbul'a 20 bin dolar karşılığı geldiği belirtildi." İyi bari; şu zor zamanda hiç değilse 30 bin dolar kârdayız... Ülkeyi birkaç gündür içine alan, hatta "Manşet"e çıkan Naomi dalgasıyla ilgili daha pek çok ilginç haber var ama aktarmak bize düşmez. Ama bu "ilginç"ler içinde bir tanesi var ki, bunu mutlaka siz de duymalısınız: CHP Mardin Milletvekili Muharrem Doğan, hazır Naomi'yi bulmuşken, ünlü mankene kendi elleriyle yaptığı yağlı boya "nü" tabloyu hediye etmiş... Haberin fotoğrafı da var: Milletvekili, model olarak siyah bir kadının kullanıldığı "nü" tabloyu Naomi'ye sunuyor. Ve tahmin ettiğiniz gibi Naomi de "kıs kıs" gülüyor. Neyse, biz dönelim yine gazetelerdeki Naomi haberlerine. Milliyet gazetesi meseleye çok farklı bir açıdan yaklaşmış. Naomi haberine attığı başlık şöyle: "Naomi'den AB için destek"(!) Bu güzel işte; Vaktin çok daraldığı bir sırada bu desteğin gelmesi doğrusu çok iyi olmuş... Gazetede Naomi'nin bu desteği nasıl verdiği de şöyle açıklanmış: "Naomi, Türk tekstilini çok beğendiğini, Türkiye'nin AB'ye girmesi gerektiğini söyledi." "Basında Naomi" notlarını bitirmeden, ünlü mankenin "Türk kebapları"nı çok beğendiğini söylemeyi de unutmayalım... (K.B.)
Ben güzele güzel demem, gazetede olmadıkça!
"Büyük basın"a dahil hiçbir gazetenin atlamadığı bir haber: "3. sayfa güzellerine AB yasağı mı geliyor?" "Büyük basın", yani "3. sayfa güzellerini" bolca kullanan basın... Habere konu olan gelişme şöyle: Avrupa Komisyonu'nun feminist bir üyesi, "İngiliz basınının 33 yıl önce başlatıp tüm dünyada gelenek haline getirdiği 3. sayfa güzellerinin", beraberinde cinsiyet ayrımcılığını ve dolayısıyla kadınların medyada cinsel obje olarak sunulmasını getirdiğini ileri sürerek yasaklanmasını öngören bir yasa önerisi sunmuş. Söylediğimiz gibi "büyük basın"a dahil gazetelerde haber kendisine geniş yer bulmuş. Hem de (tahmin ettiğiniz gibi) "Bakın, 3. sayfa güzelleri denilen şey böyle bir şeydir!" der gibi bolca "örnek"i de kullanarak! Gazeteler, konu çok da "bereketli" olduğu için "3. sayfa güzelleri"nin basın tarihindeki yerine de geniş yer ayırmış. Mesela Vatan gazetesi, İngiliz The Sun gazetesinin 17 Kasım 1970'de ilk "3. sayfa güzeli"ni nasıl yayınladığının hikayesini hatırlatıyor: "Genel Yayın Yönetmeni Larry Lamb, bu fikrin doğuşunu 1986'da Güneş gazetesinden Jan Devletoğlu'na şöyle anlatmıştı: 'O dönem sadece sağlık ve magazin haberlerinde yarı çıplak resimler kullanılıyordu. Gazetenin basılmasına çok az bir zaman kala, uzun bir süredir aklımda olan projeyi gerçekleştirmeye karar verdim ve ilk çıplak resmi 'Sayfa 3 güzeli' olarak koydum. Olayın hiçbir haber değeri yoktu. Ertesi gün gazete fazladan 100 bin sattı. Ortalama 2 milyonluk tiraj, 1971'de ikiye katlandı. Bir sonraki yıl da 5 milyona çıktı." Görüyorsunuz; "3. sayfa güzeli"nde ısrar ne derece kârlı bir iş... Vatan'da yer alan bilgilerden tuhaf bir biçimde, bu "hiçbir haber değeri olmayan" fotoğraflar yüzünden Larry Lamb'a 1980 yılında Kraliçe Elizabeth tarafından "Sir" unvanı verildiğini de öğreniyoruz. İsterseniz, The Sun gazetesinin, yasaklama önerisini nasıl değerlendirdiğine de kısaca göz atalım: "AB'nin 'manyakça' bir planı ortaya çıktı. Brüksel'de kadın ve erkeklerin seks objesi olarak gösterildiği TV programlarını yasaklayacak bir yasa görüşülüyor...." Burada –belki yersiz ama- şu hatırlatmayı da yapalım: "Büyük basın"ın üzerine atladığı bu haberlerle yetinecek olursak, sanki, sadece bizde değil dünyada hiçbir gazetenin "3. sayfa güzeli" olmayan baskıya girmediğini sanmak işten bile değil! Oysa biliyorsunuz ki, "3. sayfa güzelleri" sadece "bir tür basın"ın benimsediği bir uygulama... Zaten bu "seçim" işi "bizim basın"ı değerlendirirken sık sık gündeme getirdiğimiz bir mesele de değil mi? Yani şöyle: Eloğlu gazetelerini (gazetecileriyle ve tabii okurlarıyla) sınıflamayı becermiş. "3 sayfa güzelleri" olmadan yapamayanlar da var, benzer bir fotoğrafı kullandığında okurların intifadasıyla karşılacağını çok iyi bilen gazeteler de... Ama bizde herşey birbirinin içine girmiş. Elinize aldığınız gazetenin "The Sun"a mı yoksa "El Pais"e mi tekabül ettiğini ayırdedebiliyor musunuz?! Neyse... Bu bahsi, Avrupa Komisyonu'nun feminist üyesinin önerisini Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin nasıl değerlerdirdiğini de aktarıp öyle kapayalım: "Böyle bir öneri çok anlamsız. Bu öneriyi getiren kişinin iletişim özgürlüğü ve ifade özgürlüğü konusunda pek fikri yok sanırım. Belli ki Bayan Anna Diamantopolou'ya önce 'iletişim özgürlüğünü', onun ardından da iletişim özgürlüğünün bir parçası olan 'ifade özgürlüğünü' birilerinin anlatması lazım." Ne dersiniz, Hürriyet başyazarının bu önerisine biz de şunu ekleyelim mi: "Ama fotoğraf da olsun!" (K.B)
Çok ilginç bir reklam
Böylesiyle hiç karşılaşmamıştık... Bir gazetede bir reklam yayımlatmak istiyorsunuz ama o gazetedeki gazetecileri de işini içine sokmayı deniyorsunuz... Çok tuhaf doğrusu... 21 Haziran tarihli Hürriyet'te neredeyse bir tam sayfayı kaplamış şöyle bir reklam vardı: "KALBİNİZ KIBRIS'TA KALACAK Paris'te aç kalıp Afrika'da zengin olan şair Arthur Rimbaud'un, 1880'lerde bohem yaşamını Kıbrıs'ta sürdürmesinin nedenleri arasında Akdeniz'in leziz yemekleri ve şarabının önemli bir yeri vardı. Yaşam artık bohem olmasa da... Artur Rimbaud boşuna âşık olmamıştı bu adaya." Durun hepsi bu kadar değil ki... Yukarıda yer alan bu metnin altında da şu notu okuyoruz: (Ertuğrul Özkök'ün de seveceğinden eminiz) İmza: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Gördüğünüz gibi öyle bir reklam metni ki, "şair"in adının çerez olmasına mı yanarsınız, yoksa Hürriyet genel yayın yönetmeninin adının haddinden fazla münasebetsiz bir biçimde kullanılışına mı?! Hürriyet'in bir sonraki sayısında benzer bir reklam daha vardı. Metin yazarı bu kez işi daha geniş tutmuştu. Sayfada yer alan (Kıbrıs'tan) dört fotoğrafın altında şu notları okuyorduk bu kez: "Lawrence Durrel boşuna âşık olmamıştı bu köye. (Ayşe Arman'ın da seveceğinden eminiz.) "Sir Ronald Storrs boşuna âşık olmamıştı bu adaya. (Mehmet Yaşin'in de seveceğinden eminiz.) "Patric van Leeuwen boşuna âşık olmamıştı bu maviliklere. (Bekir Çoşkun'un da seveceğinden eminiz.) "Arthur Rimbaud boşuna âşık olmamıştı bu adaya. (Ertuğrul Özkök'ün de seveceğinden eminiz. ) Ve nihayet günün büyüğünün adı: (Ali Atıf Bir'in de seveceğinden eminiz) İmza: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Çok ilginç bir reklamcılık tarzı doğrusu... Bir "cumhuriyet"in gazeteler arasında bu derece "ayrımcılık" yapması doğru mu?! Öyle anlaşılıyor ki, "cumhuriyet" turizme ilişkin bütün umutlarını başta genel yayın yönetmeni olmak üzere Hürriyet gazetesinin yazarlarına bağlamış.... Bakalım bu metinleri kaleme alan reklam şirketi aynı yöntemi diğer gazetelerde de uygulayacak mı? Mesela "Mümtaz Soysal boşuna âşık olmamıştı adaya. (İlhan Selçuk'un da seveceğinden eminiz.)" gibi.... Ama biz metin yazarını şimdiden uyarıyoruz: Söz konusu reklam Yeni Şafak'a da verilecekse, adımızın Patric van Leeuwen'in filan yayında anılmasını istemiyoruz! (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |