|
|
Eski İstanbul mahallelerini, "çocukların, yeni çıkan türküleri macunculardan öğrendiği, asmalı, tozlu sokaklarında insanların birbirine sokulup yaşadığı" yerler olarak anlatan Ahmet Hamdi Tanpınar, kaybolan güzelliklerin ardından, "Onlarla beraber toplu yaşamayı, toplu eğlenmeyi de kaybettik" diyerek hüznünü ifade ediyordu. En çok 2 kişinin yan yana geçebileceği kadar dar sokaklar, neredeyse birbirine değecek kadar yakın cumbalı evler, Arnavut kaldırımları... Yahya Kemal Beyatlı'ya, "Yalnızca Kanlıca'yı sevmek için bile kısaydı insan ömrü" dedirten İstanbul'un kaybolan güzellikleri, birçok ünlü edebiyatçımıza da hüzün kaynağıydı. Ülker Gıda Grubu'nun personeli için çıkardığı bülten de, eski İstanbul anılarına yer verdi. 2. Dünya Savaşı, geceleri zifiri karanlığa bürümüştü İstanbul'u. Savaş boyunca, araba farları geceleri mavi jelatinle kaplanır, evlerden dışarıya ışık sızmaması için de, pencereler siyah kartonla kapatılırdı. Arada, Alman uçaklarının yaklaştığını haber veren sirenler çalardı. Anneler çocuklarına, hava kararınca mutlaka evde olmalarını sıkı sıkıya tembih ederlerdi. Ekmek de karneyle dağıtılıyordu. Savaşın bitişiyle, sokak lambaları yeniden yanmaya başlamış, İstanbul aydınlığına kavuşmuştu. ESKİ OYUNLAR UNUTULDU Çocuklar, şimdi adları unutulan 'Kukalı saklambaç' oynardı en çok. Topaç çevirir, 'cicoz' denen cam bilyelerle oynarlardı. Müselles adı verilen bilye oyunu, çizilen bir üçgenin etrafına herkesin eşit sayıda bilye koymasıyla başlardı. 'Medrano Sirki', çocuklar kadar büyüklerin de rağbet gösterdiği eğlence mekanlarındandı. Pera, Sıraselviler ve Moda'daki gece klüplerinde dans yarışmaları düzenlenir, en çok tangoya ilgi gösterilirdi. 1940'larda foxtrot, çaça modaydı. Daha sonra ise rumba, samba, çarliston, twist yaygınlaştı. Perihan Altındağ, Müzeyyen Senar ve Hamiyet Yüceses gib dönemin ünlü şarkıcıları, şarkılarını mikrofonsuz söylerdi. Kiralanan sandallarla, Caddebostan Gazinosu'nun etrafı denizden sarılır, sesi Boğaz'da yankılanan Hamiyet Yüceses'ten en çok, 'Makber' istenirdi.
|
|