|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ökse otu nedir?
Avcılar iyi bilirler. Ökse otu denilen bir bitki vardır ve çok yapışkandır. Üzerine konan canlılar ona yapışır kalırlar. Bazı avcılar bu bitkiyi kuş avlamakta kullanırlar. Kuşların konacağı yerlere bundan bir dal koparıp asarlar. Kuş bu bitkinin üzerine konunca evvela ayakları yapışıp kalır. Kuş ayaklarını kurtarmak için çırpınınca kanatları yapışır. Çırpınmalar sonunda, kuşlar, ayakları, kanatları, gövdeleri yapışmış halde, avcının gelmesini beklerler. Türkiye, Avrupa Birliği yolunda ilerlemeye çalışırken, farkında olmadan bir ökse otuna yakalanmıştır. Yakasını kaptırmıştır. Bu yolda ilerlemeye çalışırken, her gün başka bir inisiyatifini Avrupa Birliği yöneticilerinin iradesine kaptırmakta ve adeta ökse otuna konan bir kuş gibi çırpınmakta ve her çırpınışta daha çok çember içine düşmektedir. Avrupa Birliği yollarında tökezlemeler
Türkiye'nin Ankara ve Roma anlaşmalarıyla 50'li yıllarda başlayan Avrupa macerası, 2003 yılında bir çıkmaza girmiş gibidir. Bu sonuç, yıllardan beri takip edilen yanlış politikaların tabii bir sonucu olmuştur. Hâlâ bazı yanlışlarda ısrar edilmektedir. Elli yıllık Avrupa macerasında yapılan hataları satırbaşlarıyla sıralarsak şunları görürüz: Evvela, Yunanistan Avrupa Birliği'ne üyelik başvurusu yaptığı zaman, Avrupa ülkeleri tarafından yapılan telkinlere rağmen, Türkiye bu başvuruyu yapmamıştır. Rahmetli Fatin Rüştü'nün, çok ileri bir görüşle çizdiği Türk-Yunan ilişkilerine dair tavsiyesine uyulmamıştır. (*) Bu dönemin sorumlu başbakanları, Demirel ve Ecevit'tir. Yunanistan, 1974 Barış Harekatı sırasında NATO'nun askeri kanadından çekilmiştir. Türkiye, Yunanistan'ın tekrar NATO'ya dönmesine izin vermiştir. Bu izni veren, 12 Mart 1980 askeri müdahalesinin lideri Kenan Evren'dir. 1980'li yıllarda, Roma Sözleşmesi'ne göre Türkiye serbest dolaşım hakkını elde etmiştir. Türkiye bu hakkını kullanmakta ısrar etmemiş, kendi rızasıyla bundan vazgeçmiştir. 1990'lı yıllarda, Türkiye Gümrük Birliği'ne girmiştir. Bu birliğe katılmamız bir zafer olarak isimlendirilmiştir. Oysa, birliğe girmiş olmamızın, yararları hâlâ tartışılmaktadır. Bu dönemin Başbakanı Tansu Çiller'dir. 2000 yılında, Avrupa Birliği'nin yemek davetine katılabilmek için, Türkiye 2004 yılına kadar Kıbrıs sorununu ve Eğe sorunlarını halletme taahhüdü altına girmiştir. O günden beri, Kıbrıs sorunu, Avrupa yolunda önümüze bir engel olarak çıkmaktadır. Ege sorunu ise, bir tuzak olarak ileride beklemektedir. Bu dönemin yetkilileri de Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz'dır. Aynı yolda devam
3Kasım seçimlerinden sonra iktidara gelen AKP hükümeti, Avrupa yolunda ilerlemek maksadıyla reform paketleri çıkarmıştır. Hâlâ yeni paketler hazırlamaktadır. Öyle kanunlar kabul edilmiştir ki, bunların çoğu Avrupa Birliği'ne üye ülkelerinin çoğunda yoktur. Buna rağmen, bu çabaların Avrupa Birliği nezdinde, gerçek ve pozitif manada somut bir sonucu olmadığı son ilerleme raporunda ortaya çıkmıştır. Bütün bu yanlışların kökenine baktığımız zaman, ortaya şu gerçekler çıkmaktadır: Bu konuda Türkiye'nin politikasının ne olduğu açıkça belli olmamıştır. Gelmiş geçmiş iktidarların çoğu, Avrupa Birliği'ne girmeyi bir iç politika malzemesi olarak kullanmaya çalışmışlardır. Bu sebeple de, Batılılaşma adımlarını Türkiye'nin çıkarları gerektirdiği için değil, Avrupa istediği için yaptıkları izlenimini yaratmışlardır. Bazı yetkililerimiz, demokratik reformları kendi milletimizin çıkarları için yapıyoruz demekteyse de, bu iddianın samimiyetine kimse inanmamaktadır. Avrupa'ya yaklaşımımızda, attığımız her adımın, Avrupa'da nasıl algılanacağı meselesini ön planda tutuğumuz ayan beyan ortadadır. Demokratikleşme yolunda attığımız adımların sonunda, "Ey Avrupa... artık bizi duy" diye başlıkların çıkması bunun en güzel misalidir. Türkiye'ye özel şablon
Batılı yöneticiler de bizim bu tutumumuzun farkındadır. Attığımız her adımın sonunda, neden şunu da yapmadın diye yeni bizi sorguya çekmektedir. Onlara öyle bir intiba vermişizdir ki, Avrupa Birliği, Türkiye için özel bir üyelik şablonu hazırlamıştır. Bizden istediğini, başka aday ülkelerden istememektedir. Yunanistan birliğe üye olurken, Ege Denizi'ndeki anlaşmazlığın varlığı kimsenin aklına gelmemiştir. Bizim adaylığımız bahis konusu olduğu zaman, 2004 yılına kadar bu ihtilafın halledilmesi bizden istenmiştir. Aynı şekilde, "şu tarihe kadar Kıbrıs konusunu çöz" diye Türkiye'ye ültimatom verilirken, anlaşmazlığın diğer tarafı Kıbrıs Rum yönetimine hatırlatmak bile akıldan geçmemiştir. Bütün bunları bir kenara bırakırsak, Polonya ve Litvanya'nın Avrupa Birliği'ne katılması tartışılırken, Rusya ile Baltık ülkeleri arasındaki Kaliningrad Anlaşmazlığı (**) gözardı edilmiştir. Oysa bu anlaşmazlık, ileriki yıllarda "Danzig Koridoru" gibi yeni bir dünya savaşının çıkmasına sebep olabilir. Bu listeyi sayfalarla uzatmak mümkündür. Gerçek ne olursa olsun, Türkiye Avrupa Birliği yol haritasında kendisini Avrupalılar'a beğendirmeyi ön plana almıştır. Attığımız her adımdan sonra, Avrupalı'ya dönüp "nasıl buldunuz" diye sorar gibiyiz. O da beğendim amma... diyerek önümüze yeni taleplerle gelmektedir. Bazı yetkililerimiz, "biz bu reformları kendi milletimiz için yapıyoruz" demekte ise de, hiç kimse, uyum kanunlarının kabulü dolayısıyla, kaç Türk vatandaşı işkenceden kurtuldu, hürriyetine kavuştu diye bir hesap yapmamaktadır. Düşündüğümüz tek şey, "yaptıklarımız beğenildi mi, beğenilmedi mi" konusudur. Gerçek böyle olmasa da, Batılılar o duyguya kapılmışlardır ki, Türkiye AB'ye girmek uğuruna ne istersek onu yapmaya hazırdır. Ayni kelimenin farklı manaları
İki tarafın kelimelere verdikleri mana farklıdır. Mesela, Türkiye İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği kararlara uyarak yeniden yargılamayı kabul etmiştir. Ve buna uyarak Leyla Zana ve arkadaşları yeniden yargılanmaktadır. Bize göre bu yargılamanın maksadı, adli bir hata varsa bunun düzeltilmesidir. Ancak Avrupalılar'a göre, bu yargılama sonunda Zana ve arkadaşları mutlaka beraat etmelidirler. Avrupalı yöneticiler, Türkiye'nin alfabesini değiştirmeyi isteyecek kadar ileri girmişlerdir. Verheugen, "Türkiye taahhütlerinde samimi ise alfabesini birkaç saat içinde değiştirsin" demek cüretini gösterebilmiştir. Sonuç olarak şunu söylemek istiyoruz ki, Türkiye AB girebilmek isteğinden vazgeçemez. Bunu yaparken, adımlarını ölçülü atmak zorundadır. Oysa Türkiye, ökse otuna konmuş bir kuşa benzemektedir. Ayağını kurtarmak isterken kanadını, kanadını kurtarmak isterken göğsünü, kafasını kaptırmıştır. Maalesef, Erdoğan Hükümeti de seleflerinin düştüğü hatalı stratejiyi devam ettirmektedir. Yani Avrupa'ya kendimizi beğendirmek çabası... (H) Fatin Rüştü'nün Dışişleri mensuplarına nasihati şudur: "Yunanistan, boş bir havuza tepe taklak atlıyorsa, siz onlardan evvel atlayın." (HH) Kaliningrad Baltık sahilinde ve Rusya'ya ait bir toprak parçasıdır. Hudutları Polonya ve Litvanya yani Avrupa Birliği'ne üye olan ülkelerle çevrilidir. Rusya, kendi vatandaşlarının buraya vize almaksızın girebilmesini istemektedir. Bu konu tartışılmaktadır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |