AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Obernai diye bir köy…

Strasbourg'daki son günümüz, herhangi bir şiirsel faaliyete sahne olmayacağından, akşam üzeri kalkacak uçak saatine kadar 'serbest zaman' olarak programlanmıştı.

İrfan Duman, Paris dönüşünde, mutlaka görmemiz gereken Obernai diye bir köyden bahisle, birlikte, orayı gezmeyi teklif etti. Biz de (yani Lütfi Şen, 'halk sanatçısı' İrfan Çiftçi ve bendeniz) kabul ettik.

Zekeriya Şahin adlı bir arkadaşın otomobiliyle (daha doğrusu 'jeep'iyle) Pazar öğleye doğru, hep birlikte yola çıktık.

Yolda, bir dağ tepesinde İ. S. 7. yüzyılda yapılmış tarihî bir manastır olan Mont Sainte-Odile'i de görmemiz gerektiği ileri sürülünce, önce rotayı oraya çevirdik.

Ormanın içinde, dağın tepesinde genişçe bir kayalık alan üzerine inşa edilmiş bir manastır.. Otel ve lokanta hizmeti de veriliyor. Kilise faal.. Ziyaretçi sayısı hayli yüklü.. Bütün bir Strasbourg, çevre yerleşim alanları, sınırın Almanya yakasında kalan bölgeler ayaklar altında.. Nefis bir yer.. Burayı görünce, aklıma hemen Saraybosna'daki Blagay Tekkesi geldi. Orası da gözden ırak, tabiatla iç içe, dağın yamaçlarına kurulmuş, münzevi hayat bağlılarını kendine çeken bir yerdi..

Dağdan dönüşte, ormanlık bölgede 2. Dünya Savaşı yıllarından kalma, Naziler'in Yahudiler'i gaz odalarında, idam sehpalarında ölüme gönderdiği Natzwıller-Struthof adlı toplama kampına, şöyle bir saptık. Her şey, büyük bir titizlikle olduğu gibi korunuyordu. Yahudiler'in anıtı, sanıyorum yakın döneme aitti..

Bu arada, dönüş sürerken verdiğimiz bir molada, arkadaşlar ormandan kestane bile topladılar..

Obernai köyü sınırlarına girdiğimizde bir fevkalâdelik olduğunu hissetti Zekeriya ve İrfan; köyün merkezine taşıt girişi yasaktı. Neyse, biz de arabayı biraz dışarıda bir yere park ettik. Meğer o gün 'bayram'mış; Fransızlar'ın ve bölgenin etnik kökenli yerlilerinin her yıl kutladıkları "Şarap bayramı"ymış.. Sanıyorum, bağ bozumu günleriydi..

Obernai köyü -Aslında, Strasbourg'un bir köyü olmakla birlikte 'köy' demeye bin şâhit lâzım; zira burası bayağı bayağı şehir içi görüntüsünde bir yer- merkezinde kilisenin bulunduğu bir meydanla o meydana açılan sokakların ve o sokaklarda yer alan iki-üç katlı çok güzel evlerin ve o evlerin dış cephesini süsleyen çok güzel çiçeklerin hoş harmonisinden mürekkep bir yerleşim alanı. Temiz, bakımlı, tarihî/kültürel dokusunu muhafaza eden bir yer..

O gün bayram kutlandığından olacak, çevre yerleşim bölgelerinden gelenlerin de oluşturduğu hayli yoğun bir kalabalıkla karşılaştık Obernai'de. Meydan hınca hınç doluydu. Çalgılar çalınıyor, şarkılar söyleniyor, arada konuşmalar yapılıyor ve insanlar mutlu bir biçimde dans ediyor, eğleniyordu. Yalnız dikkatimi çeken bir şey oldu: İnsanlar kadınlı erkekli, çoluk çocuk meydana ilerlerken, hiçbir aşırılık, itiş-kakış yaşanmıyor, büyük bir sükûnet gözleniyordu.. İnsanlar son derece kibar ve saygılıydı birbirlerine Obernai'de de.. Bu kibarlık, naziklik ve insana saygı, öyle anlaşılıyor ki, Fransızlar'ın iliklerine kadar işlemiş, gen haritalarına çoktan dahil olmuş..

Biz bir süre çevreyi izledik, sokakları dolaştık. Fotoğraf çektik/çektirdik. Bir müddet oturduk, dinlendik. Kahve ve üzüm suyu içtik, biraz alışveriş yaptık ve vakitlice köyden ayrıldık. Yolda, küçük çaplı bir benzin krizi yaşadıktan sonra da havaalanına ulaştık. Arkadaşlarla vedâlaşıp, uçağa doluştuk..

İstanbul'a indiğimizde, geziye katılan her arkadaşın zihninde medenî, sessiz, sakin, yaşanabilir bir şehir (Strasbourg) imgesi canlıydı sanıyorum. Zamanla bu imgenin de köreldiği kuşkusuz. Zira, Atatürk Havaalanı'ndan İstanbul içlerine ilerlerken, ilk anda çarpık yapılaşmanın çirkin örnekleriyle yüz yüze kalmanın verdiği iç daralması, insanı rahatsız ediciydi. Benim için bu durum, Bursa'da da sürdü bir zaman.. Sonra geçti.. Ee, öyle veya böyle, insan çevreye alışıyor ve en kötüsü de, çevreyle 'uyumlu' bir hâle geliyor!.

Şunu anladım ki, en azından yaşanılan/yaşatılan çevre ve mekânlar ve dolayısıyla insan fıtratına uyum/uygunluk, dahası tarihî/kültürel birikime saygı ve sahip çıkma hissinin/hassasiyetinin sürdürülmesi bakımından Avrupa'yla aramızda dağlar kadar fark var.. Belki şiirde onlardan iyiyiz, ama!...

Bu kısa gezi tecrübesinden sonra, "Bizi AB'ye alırlar mı?" sorusuna benim cevabım, daha da kesin ve keskin bir hâle geldi: Hayır! Niye alsınlar ki? Ama, alabilirler de: Zira, Türkiye olarak, biz, onlar için büyük bir 'pazar'ız!. Bizim ihraç ettiğimiz tekstil, deri ve konfeksiyon ürünlerine, vitrin albenisine kapılan bazı arkadaşların ilgisini görünce, iyi bir 'pazar' oluruz kanaatim biraz daha perçinlendi..

Oldu olacak, haftaya, Strasbourg'da "Türkçe'nin 5. Uluslararası Şiir Şöleni" çerçevesinde, "Şiir atelyesi" başlıklı faaliyetin bir bölümü olan "Şiire Görev Biçmek" konulu açık oturumda sunduğum bildiriyi de takdim edeyim. Böylece, şu Fransa bahsini kapatmış olalım…


10 Kasım 2003
Pazartesi
 
İHSAN DENİZ


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED