AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
"Başörtüsü" fenomeni, bir medeniyet mücadelesinin "gösteren"idir!

"Başörtüsü" meselesi, sanıldığından daha kapsamlı ve hayâtî bir meseledir: Bu ülkenin Müslüman kalıp kalamayacağıyla; varlığını, hayatını, hayatiyetini sürdürüp sürdüremeyeceğiyle; dolayısıyla Türkiye'nin özne olarak yeniden kilit bir aktör olup olamayacağıyla doğrudan ilintilidir. Dolayısıyla, kentleşme süreciyle birlikte yaşanan İslâmîleşme sürecindeki kitlesel patlamanın en önemli sosyolojik ve kültürel göstergelerinden ve gösterenlerinden biri olan başörtüsü fenomeni, medeniyet mücadelesinin adı ve metaforudur.

Türkiye'de iki yüzyıldır, "kültür ve medeniyet değiştirme" projesi uygulanıyor. Oysa kültür ve medeniyet değiştirmek, ancak bir ülkenin tarih sahnesinden silinmesiyle sonuçlanabilecek ahmakça ve aptalca bir iştir.

Bu yüzden Avrupalılar, İslâm'ın meydan okuyuşu ile karşılaştıklarında, Müslüman olmadılar. İslam medeniyetinden yararlanarak, kendi ırk ve ben-merkezci (=pagan) kültürlerini yeniden icat ettiler.

Yine Çinliler, Budizm'in çığ gibi Çin'e yayılması üzerine Konfüçyanizm'i terkederek topyekûn Budizm'e girme yolunu seçmediler. Kendi kültürlerini, kendi medeniyetlerini yeniden keşfettiler. Bunu da hem zamanın en güçlü medeniyetiyle yüzleşerek, hem de Budizm'le ve Konfüçyanizm'le hesaplaşarak başardılar.

Bir toplum, daha güçlü kültürlerle ve medeniyetlerle karşılaştığında bile kültür ve medeniyet değiştirmez. Karşılaştığı medeniyetin meydan okumasına direnir; kendi dinamiklerini yeniden icat etmenin, yenilemenin ve özne olarak zamanın içine girerek yeni bir meydan okuma geliştirmenin yollarını araştırır.

Müslümanlar sömürgeciliğe karşı destansı bir mücadele vermişler ve İslâm; Hinduzim, Budizm, Şintoizm, yerli Amerika ve Afrika kültürleri gibi fosilleştirilemememiştir.

Bugün, İslâm'ın "küresel şeytan" veya "küresel düşman" konumuna yerleştirilmesinin temel nedeni, İslâm'ın (bir türlü çözülemeyen) direnişini kırmaktır. Eğer İslâm'ın direnişi kırılırsa, seküler / neo-pagan dünya düzeninin sahipleri, dünya üzerinde kurdukları, haksız, hukuksuz sömürü düzenlerinin önündeki en büyük engeli kaldırmış olacaklarını düşünüyorlar.

Oysa dünyada tek bir kültürün hakim olması, tüm diğer kültürleri dümdüz etmeye kalkışması son derece tehlikeli bir şeydir. Baudrillard'ın dediği gibi, "asıl şiddet, asıl çılgınlık, asıl cinâyet budur".

Dolayısıyla İslâm, zorbalığa, çağdaş, postmodern barbalığa direnerek, sadece kendi varlığını değil, tüm insanlığın onurunu ve geleceğini koruyor.

Avrupalıların aynı dine, aynı kültüre sahip olmalarına rağmen yüzyıllarca birbirleriyle savaştıkları (örneğin bir dönem sadece Almanya'da 300'den -üç yüz'den- fazla prensliğin olduğu ve bunların birbirlerini yedikleri) bir zaman diliminde İslâm medeniyetinin en büyük temsilcisi olan Osmanlı, ta Çekoslovakya'dan Hint Okyanusu'na kadar uzanan Akdeniz havzasında farklı dinlere, kültürlere ve dillere mensup toplumları yüzyıllarca barış, adalet ve hakkaniyet düzeni içinde yaşatmayı ve yönetmeyi başarmıştır. (Osmanlı-barışı, eski Roma'nın da Yeni Roma ABD'ninki gibi "silahlı bir barış" olmamıştır). Balkanlar, Anadolu ve Ürdün'e kadar uzanan Mezopotamya havzasının sadece Osmanlılar döneminde ilk kez ve de yüzyıllarca süren bir barışa kavuştuğunu ama Osmanlı'nın çökertilmesinden sonra bu üç bölgenin de nasıl bir talan, yalan, kan ve gözyaşı coğrafyası haline getirildiğinin en büyük tanığı artık tarihtir.

İslâm'ın engin, derinlikli, kuşatıcı, kucaklayıcı; insanı ahlâk, asalet, şahsiyet, hakkaniyet ve adalet sahibi kılıcı kök-paradigmalarına sadece müslüman toplumların değil, tüm insanlığın şiddetle ihtiyaç hissettiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.

Türkiye'de uygulanan kültür ve medeniyet değiştirme projesi, bir yenileşme projesi değil, Şerif Mardin'in deyişiyle "Türkler'i İslâm kültüründen uzaklaştırma" projesidir. Bu proje, İslâm'ı siyâsî, ekonomik, toplumsal, kültürel, sanatsal ve entelektüel hayattan uzaklaştırmayı amaç edinmiştir. Ama bunu başaramamıştır. Şunu başarmıştır: Türkiye'yi siyasî, ekonomik, toplumsal ve kültürel açılardan tam bir kaosun, iflasın ve çıkmaz sokağın eşiğine getirip bırakmıştır.

Ancak modernleşme / kentleşme süreci, beklenildiğinin aksi yönde sonuçlanmış ve son 30 yıldan bu yana kitlesel bir İslâmîleşmenin yaşanmasına yol açmıştır. Önce kentin kenarlarında gözlenen bu İslâmîleşme, zamanla kentin içlerine ve merkezine doğru hızla sirayet etmeye başlayınca kentte üretilen, kullanıma ve dolaşıma sokulan siyasi, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına sahip olan ve sonsuza dek bu iktidar aygıtlarının kendi kontrollerinde kalacağını ve bu aygıtları keyiflerince kullanacaklarını düşünen tuhaf bir azınlık, paranoya psikolojileri ve kabus senaryoları icat etmeye soyunma "cinlikleri" geliştirmekten geri durmamıştır.

İşte kentleşme sürecinde yaşanan kitlesel İslâmileşme patlamasının, yani bu toplumun müslümanlıkla ilişkisini koparmak şöyle dursun, kentleşerek, kentte kalarak ve kente yerleşerek yeni bir medeniyet mücadelesine soyunduğunun en güçlü temsilcisi ve metaforu "başörtüsü" fenomeni olmuştur.

Başörtülüler, okumak istiyorlar; kamusal (siyasi, toplumsal, ekonomik ve kültürel) hayata ve bu ülkenin yönetimine katılmak istiyorlar. Ama son derece militanca, barbarca ve engizisyonca bir karşılık alıyorlar: "Başörtüsüyle okuyamazsınız; başörtüsüyle üniversitenin kapısından içeri bile giremezsiniz; başörtüsüyle ülkedeki siyasî, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarında / kurumlarında aslâ görev yapamazsınız". Üstelik bununla da kalınmıyor; "eğer hizmetçi olmak isterseniz, seve seve hizmetçimiz yaparız sizi" deniyor. Peki ne bu: En hafif ifadeyle, aşağılaşmak!

Şimdi aynı şeyi AB ülkeleri de sırasıyla yapmaya hazırlanıyorlar.

Neden peki? Türkiye'deki yasakçılarla, özgürlüklerin sarsılmaz kalesi (!) Avrupalar'ı buluşturan ortak nokta ne? Başörtüsü neden korkutuyor hem bizimkleri, hem de bunları? İslâm'ı tarihten uzaklaştırma girişimlerinin fiyaskoyla sonuçlandığının, İslâm'ın daha bir pişerek, pekişerek ve güçlenerek medeniyet sıçraması yapmaya ve yeniden tarih sahnesine çıkmaya hazırlandığının en somut göstergesinin başörtüsü olması korkutuyor. Çünkü ortada bir ideoloji yok; hayat haline gelmiş bir pratik var. Farklı hayatlardan korkuyor adamlar. Sömürü çarklarına çomak sokakcak hayatlardan.

Ya şunu nasıl hazmetmeli: Dün Avrupalılara karşı bu toprakları İslâm adına koruyan dedelerimizdi; bugün onların torunları İslâm'ın medeniyet sıçraması gerçekleştirmesini önleme konusunda Avrupalılarla birlikte hareket ediyorlar! Bu ne yaman çelişki böyle!

Batılılar, İslâm'ı düşman belledikleri sürece, başörtüsü, medeniyet mücadelesinin en güçlü ve somut vasatı ve vasıtası olmayı sürdürecek...


10 Kasım 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED