AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
PIAR aracı olarak terör

İstanbul'da iki havraya yönelik bombalı saldırıdan sonra medyadan siyasilere, komplo teorisi uzmanlarına kadar her kesimden ismin, olayın arkasında kimlerin olduğu, niçin yapıldığı gibi spekülatif yorumlarından geçilmiyor. Aslında bombalı saldırı karşısında kimin, hangi sonucu çıkarttığına bakarak dünyaya ilişkin kimin ne tür bir duruşa sahip olduğunu çıkartabiliriz.

Olayın sıcağı sıcağına yapılan yorumlar arasında dikkat çekenlerden biri Türkiye'nin hemen istikrarsızlaşabileceğine ilişkin olanıydı (The Observer). Bu arada, saldırının faillerinin kim/ler olabileceğine dair yapılan tahminlerin olanca çeşitliliğine rağmen birleştikleri ortak nokta yurt dışı kaynaklı olduğu idi. İlk elden El Kaide ismi gösterilerek Türkiye bağlamında istikrarsızlaşma ile yurtdışı kaynak arasında kurulmaya çalışılan ilişki dikkat çekici. Resmi ve gayrı resmi çevrelerin saldırının yurtdışı kaynaklı olduğu konusunda (şimdilik) hemfikir görünmeleri ile ilk tepkiler arasında yine istikrarsızlaştırmanın gündeme getirilmesini nasıl okumalıyız?

Bu saldırıyı madem El-Kaide gibi yurt dışındaki bir örgüt yapmıştı; nasıl olup da toplumsal karşılığı olmayan bir örgüt, sonucu ne kadar kanlı olursa olsun, bir eylemle Türkiye'yi istikrarsızlaştırabiliyordu? Yoksa gerçekten birileri yeniden Türkiye'yi istikrarsızlaştırmak istiyor da bombalı eylemi bir gösterge olarak mı kullanıyor? Dış kaynaklı olmakla istikrarsızlık arasında bir ilişki kurulması gerekiyorsa ki bence de kurulmalı, bunun adresini doğru okumak gerekiyor.

Bu tür eylemlerin doğrudan hedeflerinden çok uluslar arası konjönktür ve iç politika arasında kurulacak ilişki ile çözülebilir ve bu eylemler de zaten mesajı alması gerekenlere yöneliktir. Türkiye başta olmak üzere Ortadoğu'daki ülkelerin normal şartlarda istikrar gibi sorunları ancak uluslararası düzlemde ele alınarak anlaşılabilir.

İsrail'in tepkisi

Saldırıların arkasından en ilginç yorumlardan biri İsrail'de yayınlanan Jerussalem Post'dan geldi. Gazete başyazısında, saldırının, terörle mücadeleyi gerekli şekilde desteklemeyen Avrupa Birliği'nin cesaretlendirici tutumunun bir sonucu olduğunu ileri sürüyor. Bu yorumdan hareketle, terörü cesaretlendirmek, Amerikan işgal politikalarına gerekli desteği vermemek ve İsrail'i eleştirmek anlamı çıkarmak hiç de zorlama olmasa gerek. Hatta son günlerde AB'nin yaptırdığı kamuoyuna araştırmasına göre, Avrupalılar'ın büyük çoğunluğunun İsrail'i dünya barışı için en büyük tehditler arasında gördüğü sonucunun çıkmasının bu kızgınlıkta payı olduğunu düşünmemek elde değil. İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom'un ''Avrupa'da İsrail'in tutumunun eleştirilmesi, İstanbul'da yaşadığımız gibi terörü teşvik ediyor'' diyecek kadar ileri gitmesi bombaların hedefinin gerçekten Türkiye mi yoksa Türkiye üzerinden başka bir hedef mi sorusunu akla getirmiyor değil. Nitekim Türkiye'ye gelen Şalom, havrayı ve Musevi cemaatini ziyaret ettikten sonra, gittiği Brüksel'de, Şaron ise İtalya'da Avrupa'da yükselen Yahudi karşıtlığından duydukları endişeyi dile getirecekler. Şaron'nun asıl derdinin anti-semitizm değil, anti-siyonizm olduğu gayet açık. Anti-siyonizmi anti-semitizmle bir tutarak, İstanbul'da öldürülen Türk vatandaşı Museviler'in kanı üzerinden bir tür siyaset yürütüyor. Dünyanın herhangi bir yerinde bir Musevi'ye yapılan saldırı, İsrail'in Filistinliler'e karşı işlediği suçun gerekçesi ve meşruiyet kaynağı haline geliyor. Nitekim Avrupa'da hemen her ülkede yasal olarak zaten anti-semitizm yapılması yasaklanmış durumda. Nitekim bir Fransız Yahudi örgütünün anti-siyonizm görüntüsü altında Yahudi düşmanlığı yapıldığını belirterek, anti-semitizm ile anti-siyonizm ilişkisi kurması ilginç olsa gerek.

İsrail bu tür olayları etkili bir PIAR olayı olarak değerlendiriyor. Nitekim 11 Eylül sonrası Amerika'da oluşan hassasiyeti Filistinliler'e yönelik baskı ve şiddet stratejisini meşrulaştırmak için nasıl kullandığına herkes tanık.

Bu arada iki havraya yapılan saldırılardan sonra büyük kısmı Müslüman olan Türk vatandaşlarının hayatını kaybetmesi ve onlarcasının yaralanması karşısında İsrail Dışişleri Bakanı'nın apar topar İstanbul'a gelmesini nasıl yorumlamalıyız? Hatta saldırıyı soruşturmak üzere bir tim göndermesini açıkça ulus-devlet kavramı açısından nereye oturtmak gerekiyor?

İsrail'in, Türk vatandaşı Müslüman ve Yahudiler'in bombalı saldırı sonrasında hayatlarını kaybetmelerine gösterdiği ilgi insancıllık ve terörü lanetleme olarak okunabilir mi?

Sözgelimi Türkiye Dışişleri Bakanı Cenin'de hayatını kaybeden Müslümanlar'a duyduğu üzüntüyü belirtmek için Cenin mülteci kampını ziyaret etmek istese İsrail'in tepkisi ne olurdu? Ya da Endonezyalı bir Müslüman yetkili Gazze'de evi havaya uçurulan Filistinli'nin acısını paylaşmak için Filistin'i ziyaret edebilir mi? Şalom'un Türk vatandaşı Museviler'e gösterdiği ilginin Türkiye açısından muadiliyeti söz konusu olabilir mi? Kaldı ki, diplomaside muadiliyet esastır. İsrail terörü kınarken bile dünyada geçerli ulus-devlet sistemine, vatandaşlık esasına uymadığını göstererek, dini esas alan bir siyaseti, uluslararası ilişkilere uyguladığını gösteriyor.

Terör bazıları için şiddet ve baskının meşruiyet aracı haline geliyor.


18 Kasım 2003
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED