AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
"Öleceğim ve öldüreceğim"

Puslu bir sabah da değildi üstelik o gün. Kaç gündür kesintisiz yağan yağmurdan sonra güneşli ve "şen" sayılabilirdi hatta. Daha şehir yeni yeni hareketlenmeye başlamış, esnaf kepenklerini henüz kaldırmıştı. Kimi yeni uyanmış, pencerelerden mahmur gözlerle sokağı seyrediyordu. Kimi henüz dalmıştı uykuya. Tam köşede babasının elini tutmuş bir çocuk, o gün babasının alacağı bayramlıkların hayaliyle sıçrıyordu yürürken.

İşte o anda, yanlarından geçen kamyonetteki adamın gözlerine takıldı birden oğlunu dizginlemeye çalışan adamın gözleri. Son saniyelerin o akıl almaz yavaşlığı içinde endişe ve kararlılığı, korku ve deliliği, yaşanacak dehşeti, oluşacak boşluğu, kaybolacak hayatları, hepsini bir arada gördü. Bir tanışıklık oluşurdu iki insan arasında bu kadar zamanda. Kıyamayacağın bir tanışıklık. Ama karşısındaki korkuyor ve acıyor da olsa, insan değildi artık. İnsan olmanın, bir ruh barındırmanın, vicdan sahibi olmanın ışıltısı yayılmıyordu gözlerinden. Algılayamadı, amacı ve hedefi belli olmayan, ne sonuçlar doğuracağı bilinmeyen bu maceraya onu sürükleyen dürtüyü. Neydi insanlığını kaybetmiş bu adama, amaçlara, hedeflere ve sonuçlara konu olmayan onca insanı yok edilmesi gerek olarak gösteren? Yetmedi o en uzun son saniye, hangi akla hizmet, bir insanın bu dünyadaki en önemli varlık sebebinin kendi ölümü olduğunda karar kılabildiğini anlamaya. Nasıl bir bağlılık, nasıl bir körlük, nasıl bir fanatizm, ruha gıda niyetine sadece hemcinslerinin değil, kendi kanını da besleyebiliyor? Neler söylenmiştir bu adama? Yapacağı eylemin sonuçlarının ne olacağını zanneder? Kim, ne vaat etmiştir bu zavallıya? Nedir kazancı, neticesi meçhul, bu kanlı hareketinden?

....

Cumartesi sabahı yaşanan dehşet saatlerinin ilk şokunun ardından öfkem, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğüne inanan, kalkınmış, zengin, gelir dağılımındaki dengesizliği ortadan kaldırmış, bölgesinde ve dünyada istikrar noktası olarak görünen, dış ilişkilerde etkili ve saygı uyandıran bir Türkiye hayalimize set çekenlere, çelme takanlara ve statükoculara yönelmişti. Yine aynı sürecin başladığından, yine ülkenin karamsar ve tehlikeli bir krize yöneleceğinden korkmuş, "yabancı bağlantısı süsü verilmiş" bu olayın içerideki tetikçileri üzerine spekülasyon yapmaya başlamıştım. Patlamaları, geçmişte yaşananlarla bağlamaya çalışmış ve bundan sonraki seyri okumayı denemiştim. Haber bültenlerine misafir olan yorumcuların da buna benzer yorumları ile iyice canım sıkılmış, moralim bozulmuştu.

Ancak daha sonra bombalama eylemlerinin birer intihar saldırısı şeklinde gerçeklemiş olduğu haberi, dehşetin yaşandığı sokaklardaki insan manzaralarıyla birleşince, kafamda daha farklı bir senaryo oluştu. Yaşamayı denedim yeniden ve yeniden o son saniyeleri oradakilerin gözlerinden. Acılarına dokundum yaralanan onlarca kişinin. Son saniyelerine konuk oldum hayatını yitirenlerin. Üzüntüyü ve dehşeti okudum kaybedenlerin gözlerinde. Herkese dokundum, dokunulabilirse bu acıya bu kadar uzaktan. Dokunamadım, sadece patlamanın şiddetiyle sokağın ortasına açılan çukurun dibinde, bomba yüklü kamyonetinin parçalarıyla kendi parçaları birbirine karışmış olan intihar saldırıcısına. İnsan olmanın erdemine aykırı eylemlerin en radikali olan intiharla, kainatın tüm zerrelerine kadar dehşeti böylesine vandalca işleyen bir terör eylemini bu şekilde birleştirebilen bir kişi, insan olamazdı belki de. Ama bu kişi, soğukkanlı bir terörist, profesyonel bir kiralık katil de olamazdı. Profesyoneller, az da olsa bir çıkış yolu, bir ikinci senaryo, bir "B" planı geliştirirler. Yoktur böyle körü körüne ölüme gitmek. Faili meçhul olamaz o yüzden bu tür eylemler. Ortada duran ceset çok şey söyler anlayana, dinleyene.

Uzağa gitmeye gerek yok, Türkiye'de bugüne kadar yapılmış olan canlı bombalar ve intihar saldırılarına bir dönüp bakın. Devrimci solcu grupların yoğun ideolojik "eğitimleri" sonucu bir tür inanca dönüşmüş, körlük derecesinde cesur bir ruh halinin o silinmeyen yansımasını görürsünüz, gazetelere çıkan kötü çekilmiş vesikalıklarda dahi. İster beyni yıkanmışlık, ister iman, ister fanatizm, ister fedakarlık olarak adlandırın bu ruh halinin kaynağını. Ancak sadece bu ruh hali yetmiyor böylesine dehşet verici bir adımı atabilmeye. O ruh hali bir "savaş" iklimine sokulmalı, savaşın acıları yaşatılmalı ona. Acılar ince ince işlenmeli içteki isyankar ruha, ta ki kızıl kırmızı bir nefrete dönüşene kadar. İşte tam o anda bir de düşman gösterirseniz, hazır olmuştur intihar komandonuz.

Kolay yetişmez intihar komandosu. Hele aramızda hiç yetişmez. Bu hayattan tüm ümidini yitirmiş insanlar bile ayakta kalma mücadelesi verirler çünkü. Tinerci çocuklara bakın sözgelimi.

Başkalarının ölümüyle, kendilerininkini aynı saniyede bulaştırabilen bu özel terör tekniğinin üzerinde daha da durulması gerekiyor. Yeterince anlayabildiğimizi sanmıyorum bu sebeple ne devrimci solcuları, ne de Filistin'de yaşananları, ne 9/11 saldırganlarının dünya tarihinin en kanlı eylemini nasıl planladıklarını, ne de sinagogları hedef alanların hedeflerini.


18 Kasım 2003
Salı
 
MELİKŞAH UTKU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED