|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'de siyasetin tıkanması sonucunda senatörlükten istifa eden Cenevre'ye Daimi Delege-Büyükelçi olarak giden Kamran İnan, 19 Temmuz 1979'da uçakta yaptığı muhasebeyi şöyle anlatıyor: "Uçakta, çıktığım altı yıllık tüneli, Türkiye'nin bu tünel içinde karanlıklara doğru yol almakta olduğunu düşündüm. Altı yılda yirmi yıllık tecrübe edinmiş, siyaset ve devlet hayatını içerden tanımıştım. Müşahadelerim çok acı, ümit ve cesaret kırıcı idi. Koca Osmanlı imparatorluğu'nu çıkaran lider ve kadrolardan nereye gelmiştik? Bu kadar büyük tarihi, tecrübesi bulunan bir Devlet, böyle idare edilmemeliydi, edilemezdi. Zihinlerden, ufuklardan, koltuklardan "büyük" silinmiş, yerine "küçük" yerleştirilmiş, hakim kılınmıştı. Milli menfaat, fert ve grup menfaati karşısında gerilemiş, ekonomik ve sosyal dengesizlikler bozulmuş, milli harcın içine eritici kimyevi maddeler atılmış, genç nesiller mefküresiz bırakılmış, sosyal bünyede derin yaralar açılmıştı. Türkler kamplara ayrılmış, birbirini öldürüyor, bazıları kendi dış düşmanları ile işbirliğine itiliyordu. Türk Devletinin yolu Türklere kestirilmek isteniyordu. Bu tünelden, kaostan getirdiğim karanlık düşünceler içinde ümit ışığı Anadolu insanı idi. Çok şey kaybettiğim siyasi hayatta bu insanları tanımış, büyüklüklerini yakından görmüştüm. Çözemediğim muamma, Ankara'daki küçük kadroların bu büyük insanlardan nasıl gelebildiği, onlara baş olmak istediğiydi. Belki de Ankara'da görünen ayaklardı. Sıhhatsiz işleyen sistem ayakları baş yapmış. "Liderler askerleri dinlemeli" 7 Aralık 1979. Akar yakıt yokluğundan Türkiye'de her şey durmuş. 1977'de Enerji Bakanı olarak, "Bir sabah kalktığınızda her şeyi durmuş bulursunuz." dediğimde, bazı çevreler rahatsız olmuştu. 25 Ocak 1980'de Türk Lirası % 50 devalüe edilerek dolar 70 liraya yükselmiş; siyasî bir intihar gibi idi. Ankara'daki dostlara yazarak "çok geç kalmanın eşiğinde" olduklarını belirttim. Cenevre'ye gelen Senatör Uğur Alacakaptan'ın anlattığına göre, Korutürk, Ecevit'e "Komutanların mektubuna karşı tepkiyi ölçülü tutmalı; efendice yazılmış; bunun başka türlüsünü radyodan okumak isteyenler var." demiş. New York Times, Türkiye ile ilgili makalesinde, "Liderler askerleri dinlemeli, anlaşmalıdır" diyor. Bunu demokratik bir memleketin ünlü gazetesi yazıyor. ABD'lilerin iki yüzlülüğü 27 Şubat 1980 günü insan Hakları Komisyonu'nda, Fransız-Yunan ortak manevrası sergilendi; Fransızlar, kayıp insanlar için bir tahkikat komisyonu kurulması karar tasarısını sundular. Komisyonda, bu tasarının fazla Yunan salçası koktuğunu söyledim. Senegal, Irak, İran, Suriye ve Pakistanlılarla görüşerek, Fransız karar tasarısının tehlikelerine işaret ettim; oy vermelerinden rahatsız olacağımızı söyledim. Amerikalılar, metni Fransızların hazırladığını, bizi rahatsız eden -Kıbrıs dolayisiyle- ibareyi de Yunanlıların teklif ettiğini söyleyince, Büyükelçi Helman'a, Kiprianou'nun Paris'te Başkan Giscard d'Estaign tarafından kabul edileceğini bildiren yazısını göstererek, "Fransız Devlet Başkanı sizin oylarınızla, Kiprianou'ya bir hediye vermek istiyor" dedim. Washington'dan gelen ABD temsilcisi Shestack, Rum yanlısı; Irak ve Pakistanlılara baskı yapmış; o derece ki, Iraklı kendisine, "Türkiye'nin müttefikiniz olduğunu galiba unutuyorsunuz" demiş. ABD Büyükelçisi ile telefonla görüşerek şikayette bulundum. Ertesi gün Amerikan delegesi yanıma geldi; Büyükelçinin uyardığı belli idi. Kendisi hakkında söylenenlerin yanlış olduğunu, bizim aleyhimizde bir çalışması olmadığını söyledi. Koordinasyonu Fransız ve Iraklıların yürüttüklerini, Yunanlıların Fransızlar aracılığı ile iş gördüklerini belirtti; kendisine kaynaklarımızdan emin olduğunu, yapılanlardan üzüldüğümü söyledim. Sonunda tasarı, oylamasız çıktı. Rumlar adeta bayram havası içinde idi. İsraf devleti sarmıştı Cenevre'de 15 milletlerarası kuruluş, 115 delegasyon vardı. Personel sayısı itibariyle Türkiye Daimi Delegeliği başlarda geliyordu. Tarım müşaviri bile vardı. Bunlar, hizmet için değil, memleketin sınırlı kaynaklarını tüketmek için gönderilmişlerdi. Yabancı dil bilmediklerinden kendilerini değerlendirmek mümkün değildi. Zamanla sayılarını azalttım. Büyükelçi masası gözünde bir dosya buldum; 1976 yılına ait. Zamanın Dışişleri Bakanı Zürih'ten geçerken, Cenevre'deki Büyükelçiye 100 bin isviçre Frangı göndermiş; mektupla tarif ettiği marka ve değerlerde 100 kol saati alıp kurye ile Ankara'ya gönderilmesini istemiş; gereği yapılmış. Bu tarih, Türkiye'nin ekonomik bakımdan zorluk çektiği, döviz sıkıntısının yaşandığı dönemdir. Zamanın Devlet idaresi anlayışının tipik bir örneği. Bu sakat anlayış, değişik şekillerde devam etmiştir. Cenevre'deki büyükelçi evi bir harika; on dönüm bahçesi, yüzme havuzu bulunan, iki katlı bir villa; zengin ve zevkle döşenmiş. Evde, puro nemlendirme kutusu dahi var. Türkiye'nin genel şartları, seçim bölgemdeki insanların hayat seviyesi karşısında bu lüks rahatsız edici idi. Türkiye'de her zaman, her şey yalnız idare edenler için düşünülmüş, lüks ve israf yaşanmıştır. Devletçilik, her şeyin, idare edenler için olması gerektiği şeklinde anlaşılmış; bugün de değişen bir şey yok. Boyacı da ekibe dahil oldu Ankara'da yeni Hükümet programı üzerinde görüşmeler olmuş; CHP menfî, MHP ve MSP müspet oy vereceklerini beyan etmiş. Bu arada Başbakanlık boyacısı değişmiş; yeni boyacı açıklama yapmış, "Her iktidar kendi ekibi ile çalışır." demiş. Evet ekibe boyacı da dahil. Mühim olan milletin gözünü boyamak değil mi? iyi boyuyorlar. 22 Kasım 1979 günü defterime şu notu düşmüşüm: "Felaket sebebinde ümit arayan, kendini aldatan nadir bir milletiz." Pakistan'da Amerikan Sefareti yakılmış; Amerikan 7. Filosu İran Körfezi'ne ilerliyor; Başkan Carter, Humeyni'ye sert bir ikazda bulunmuş; Fransız TV'si devamlı, "Çözüm savaş mı?" diye soruyor; hava gergin. Bakanlığa, İran olayları, muhtemel bir müdahale, Türkiye'nin yapması gereken ihtiyat planları hakkında görüşlerimi bildirdim. Memleketten her gün yeni bir üzücü haber geliyor; anarşi on can daha almış. İpekçi'nin katil zanlısı Ağca'nın kaçırılması ile ilgili olarak bazı subay ve erler tevkif edilmiş; Tercüman gazetesi manşet haberine göre "disiplinsizlik" sebebi ile 92 teğmen tevkif edilmiş; Türkiye kaynıyor. Le Monde gazetesi başmakalesini Ankara'daki yeni hükümete ayırmış, "Atatürk'ün ismini anmakla meseleler halledilemez" diye yazmış. Zenginler ülkeden kaçıyor İhsan Çağlayangil telefon etti. 10 Ekim günü Cenevre'den geçeceğini, hava alanında Zahidi ile görüşmesini sağlamamı istedi. Montreux'de oturan Zahidi'ye telefon ettim; görüşme sağlandı. Bir zamanların aranan ismi, Washington yemeklerinin havyar kralı Zahidi ne hale gelmişti? Çağlayangil aslında Montreux'ye giderek Şahın oğlu ve Zahidi'yi ziyaret etmek istiyordu. Bunun Türkiye bakımından sakıncalar doğurabileceğini belirterek vazgeçirdim. Humeyni ihtilalinden kaçan çok sayıda zengin İranlı İsviçre'ye sığınmıştı. İsviçre'ye gelenler yalnız İranlılar değildi. Memleketteki terör ve cinayetlerden korkan zengin Türkler de gelmişti. Ankara'dan ayrılmadan önce parti liderlerini de ziyaret etmiş, tırmanan tehlikeye dikkatlerini çekmiştim; etkili olmadı. Öldürülen binlerce insan onların gözlerini açmaya yetmedikten sonra.. Beni İstanbul'dan Cenevre'ye getiren uçakta İstanbul'dan bir aile vardı; Los Angeles'e gidiyorlardı. Aile reisi "Memleketimizde oturamaz olduk. Can güvenliğimiz, çocuklarımız için vatanımızı terk ediyoruz" dedi. Bu acı gerçeği ben anlıyordum; ancak Ankara'dakiler anlamak, kabul etmek istemiyordu. Ecevit Demirel'i şikayet etti 7 Şubat 1980'de Viyana'ya gittim. Sosyalist Enternasyonal toplantısı için Viyana'da bulunanEcevit'le görüştük. Ecevit, Türkiye'nin diktatörlüğe gitmesinden korktuğunu söyledi; koalisyon teklifleri ile askerî mektup ağır havasını yumuşattığını, yoksa o günlerde bir müdahale olabileceğini ifade etti. İki büyük partinin işbirliği olmadıkça bazı önemli meselelerin aşılamayacağını, politikada bir "mütareke"ye vararak, devletin restorasyonuna gidilmesi gerektiğini söyledim. Ecevit, yaklaşımlarının AP lideri tarafından geri çevrildiğini söyleyince, "Zararı yok; siz yumuşamaya, teklife devam edin. Karşı taraf direnir valsı kabul etmezse, bir partner çıkar. Gerginlik politikası ile çözümü zorlaştırıyorsunuz" dedim. Bürokrasinin politika ve particilikten temizlenmesi gerektiğini belirttim;kendileri de bundan şikayet etti. Oysa kendi başbakanlığında bürokratların büyük bir kısmı siyasî düşüncelerle değiştirildi. "Komünist parti kurulsun ki bizim solumuzdakiler ayrılıp gitsinler" dedi; kolay ayrılmayacaklarını söyledim. Büyük koalisyon fikrine kendi partisi içinden çok kişinin karşı çıktığını söyledi. Çağlayangil'in, Demirel üzerindeki etkisini sordu; kriz anlarında O'na danıştığını söyledim. YARIN: 12 Eylül bağıra bağıra geldi
1. Bölüm: Askeri darbeye liderler sürükledi
|
|
|
|
|
|
|