T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Zemin kayması

Kıbrıs'ta yaşanan olayın sağlıklı tahlili gerekiyor. Olay şu: 30 binlerle ifade edilen (belki sayı daha da fazla) bir toplum kesimi, hem Kıbrıs davasına yıllarını vermiş Denktaş'ın, hem de Kıbrıs Türkünün kurtuluşu için çocuklarını şehit vermiş Türkiye'nin durduğu çizgiyi reddedip, Annan Planı diye bilinen planın kabul edilmesini, Rumlarla birlikte AB'ye girilmesini istiyor. Bu arada Rum pasaportu alanların sayısı yükseliyor. Ayrıca bu insanlar kendilerini tanımlarken de Türkiye'nin ve Denktaş'ın hoşuna gitmeyecek şeyleri seslendiriyorlar.

Olay bir toplumsal zemin kayması...

Üstelik üç - beş kişi ile sınırlı değil, kütlevi bir zemin kayması... Nüfusun en az üçte birinin neredeyse o toprağın varlık mücadelesi ile bütünleşmiş isim (Denktaş) ve ülke (Türkiye) ile duygu kopuşu içine sürüklenmesi...

Aklı selim sahibi herkes, Annan Planı'nın Kıbrıs Türkünün ve Türkiye'nin beklentilerini karşılamadığını, ciddi düzeltmelere ihtiyaç bulunduğunu ifade ediyor.

Peki buna rağmen, insanlar neden adeta her şeyden vazgeçercesine bir tavrın içine giriyorlar?

Doğrusu topraklar, üzerinde yaşayan insanlarla anlam kazanırlar. Üzerinde yaşayan insanların "vatan" diye savunmak için gerekli heyecandan - duyarlılıktan uzaklaştıkları toprakları savunmanın güçlüğü açıktır.

Belki bu da, yani "duyarlılık azalması" da Kıbrıs Türkü için ağır bir tanımlama olacaktır. Ama işte ortadaki gerçek de budur: Yani Denktaş'ın gerek toprak gerekse yasal statü alanında bazı hakları savunma duyarlılığının kendi halkı nezdinde yeterli karşılığı bulamamasıdır.

Hatta sadece Denktaş gibi Kıbrıs Türklüğü'nün varoluş mücadelesinde gerçekten sembol değeri taşıyan bir ismin bu kadar tartışılır hale gelmesi bile "toplumsal zemin kaybı" açısından dikkate değer bir hadisedir. İnsanlar kahramanlarını neden feda noktasına gelirler?

Aslında, benzeri bir hadise, Türkiye'de hakim yapı ile toplumsal duyarlılık arasında da yaşanıyor denebilir. Hani "Kapılar açılsa..." diye bir ihtimal gündeme geliyor zaman zaman, ve ekleniyor: "Ne kadar insan Türkiye dışına gider? Avrupa'ya Amerika'ya?" ABD Büyükelçiliği önünde Yeşil Kart kuyrukları, AB bünyesinde serbest dolaşım tutkusu özellikle gençler olmak üzere geniş toplum kesimlerinde yaşanan yeni yönelişlerin ürünü olmalı... Anketlere büyük yüzdelerle yansıyan "Mutlu değiliz" ifadesi, toplumsal zemin kaymasının sinyalleri gibi okunmalı...

Bu zemin kaymasının bugün farkedilmemesi mümkün değil. Çünkü özellikle Kıbrıs konusundaki diplomatik ilişkilere belirgin bir zaaf olarak yansıyor. Arkasında halk desteği bulunmayan bir diplomasi görüntüsü ne kadar risklidir! Dışarıda da kendi halkı tarafından protestolarla karşılanan bir devlet adamının, masadaki konumu ne kadar zordur!

Peki neden bu noktaya geldi hadise?

Yani neden böyle bir toplumsal zemin kayması ile karşı karşıyayız?

İnsanlarımız hakim irade tarafından "milli" diye nitelenen konulara neden aynı hassasiyetle yaklaşmıyorlar?

Bunun hiç kuşkusuz eğitimden, kimlik bilincini kuşanıp kuşanamamaktan, devlet - toplum ilişkilerindeki aksamalara, yönetici - halk kopukluklarına, yönetimdeki erdem - ahlak - sorumluluk zaaflarına kadar uzanan sebeplerinden söz edilebilir.

Her halükarda bir alarm söz konusudur. Denktaş da kendine bakmalı, Ankara da... "Nerede yanlış yaptık?" diye bir sorunun sorulması için zaman kaldı mı?

Meslek liseleri: Geçtiğimiz hafta sonu bir konferans vesilesiyle Çorum'daydım. Bu arada değişik meslek liselerinde okuyan veya mezun olmuş bir grup öğrenci ile velileri ziyaret ederek sorunlarını ihtiva eden bir dosya verdiler. Gençler, 8 yıllık kesintisiz eğitimin ve üniversiteye gidişte getirilen puan tırpanlamasının mağduru olmuş büyük bir camianın sözcüsü olduklarını belirttiler. Amaçları içine itildikleri gerçekten büyük tıkanmayı hem kamuoyuna hem yeni iktidara anlatmaktı. Mağduriyetlerinin bu iktidar döneminde son bulmasını istiyorlardı. Bunun için de, sadece Çorum'da değil, tüm Türkiye'de her branştan meslek liselilerin velileriyle birlikte elele vererek, bir sivil toplum oluşumu halinde, kamuoyu oluşturmalarını öneriyorlardı. Onların girişimini bütünüyle haklı bulduğumu belirtmek isterim. Evet, her alandaki meslek liselilerin, tek tek değil bütün halinde, davalarını gündeme getirmek için kollarını sıvamaları zamanı gelmiştir.

Açıklama: 19. 12. 2002 tarihinde yayınlanan "Sn. Çiçek'e" başlıklı ve "Ölüm oruçlarının önlenmesi, F Tipi cezaevlerine ilişkin taleplerin dikkate alınması" yolunda çağrı ihtiva eden yazıma, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nden Genel Müdür Ali Suat Ertosun imzalı bir açıklama geldi. Üç sayfalık açıklamada özet olarak, F Tipi cezaevlerinin özellikleri ve temin edilen şartlar anlatılıyor, bunların Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi ve Avrupa Parlamentosu tarafından yapılan incelemelerde olumlu bulunduğu vurgulanıyor ve ölüm orucu eylemlerinin bazı örgütler tarafından kışkırtıldığı ifade ediliyor. Genel Müdürün açıklamasında işkence ve kötü muamele konusunda "somut olarak bildirilen her iddianın üzerine titizlikle gidildiği ve yasal gereğinin yapıldığı" da ifade ediliyor. Söz konusu yazımın yayınlandığı gün de sayın Bakan aramış, benzeri hususları ifade etmişti. Ben, sayın Bakan'ın bu konulardaki titizliğine güveniyor ve somut olayların kendisine ulaştırılması gerektiğini düşünüyorum.


14 Ocak 2003
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED