|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ANAP: "Hazcılık"tan "keşiş hayatı"na!
Sizi bilmem ama Özdemir'in bu sözleri beni çok şaşırttı. Nasıl şaşırmam, "hazcılık" denilen hayat tarzını bu ülkeye ANAP getirmemiş miydi? Oysa şimdi, bırakın sıradan üye ve seçmenlerini, partinin genel başkanı bile "hazcılık"tan uzak duracağına tarih, millet ve Allah huzurunda yemin ediyor! Biliyorsunuz, Türkiye ANAP iktidarına gelinceye kadar "hazcılık" mezhebinden köşe bucak kaçılan bir ülkeydi. Bu "kaçış" sağ siyaset için olduğu kadar sol için de geçerliydi. Sonra malûm ANAP ile tanışıldı ve "hazlar"la donanmış "özel hayat"ın en makbul şey olduğuna karar verildi. Özdemir'in ilan ettiği yeni hayat tarzı bu nedenden ilginç. Ama bakalım, ANAP'ın kadroları ve tabanı da kendisini genel başkanları gibi "hayatın bütün hazları"ndan uzak tutabilecek mi? Ama şurası muhakkak: Turgut Özal hayatta olsaydı, "hazcılık"tan "keşişlik"e doğru yaşanan bu savrulmayı doğrusu ANAP'ın felsefesine hiç de uygun bulmazdı. Dolayısıyla, 3 Kasım sonrası en radikal "yeniden yapılanma" ANAP'ta yaşanmaya başlanıyor: Genel başkanın izinde "Lale Devri"nden "keşiş hayatı"na!
Bunun adı da İslamın militarizasyonu olsa gerek
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Zekeriya Beyaz'ın "İslam ve Ordu" başlığıyla özetleyebileceğimiz görüşleri Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök'ün köşesinde. Beyaz, "Askerliğin en büyük ibadet olduğunu" savunuyor. Peki ya savaş, ya da savaşmak? Onlar da İslamın şartlarından mıdır? Prof. Beyaz: "Bir asker, 'Bana verilen şu görev İslam'a uygun değildir, ben o görevi yapmam' veya 'Filanca ülkeye gidip, savaşmam' diyemez. Bu da İslami kurallara aykırı olur. Çünkü, Nisa suresi 59'uncu ayete göre, Müslümanlar ulüemre yani devlete itaat etmekle yükümlüdürler. Hangi işin İslam'a uygun, hangi işin İslam'a ters olduğuna dair kararı teker teker askerler vermezler. Bunu üst kademelerdeki yetkili komutanlar veya devlet adamları verirler." Sizin düşüncenizi bilmem ama benim açımdan değerli bir yorum değil okuduklarımız. İsterseniz, haddimi aşmayarak meselenin "İslam'a göre" yönüne girmeyeyim. Ancak kendimi şu kadarını söylemeye yetkili görüyorum: "Savaş ve Din" meselesi tabii ki özellikle tarihsel açıdan karmaşık bir mesele. Ama söyler misiniz, "savaş"a karşı olmak hiç değilse dindarların bir bölümünden beklenen bir tavır değil midir? "Pasifizm" dini inançlardan Beyaz'ın iddia ettiği kadar uzak mıdır? Müslümanlar içinde sırf inancından ötürü "savaşmam" diyenler olamaz mı? Böyle samimi hümanist bir tavır İslami kurallara niçin aykırı olsun? Ayrıca, Prof. Beyaz sözünü ettiği ayeti doğru mu yorumluyor? "Ulüemre itaat", "devlete itaat"la aynı anlama mı geliyor? Bir Müslümanın "savaşmam" şeklindeki itirazının İslama uygunluğuna niçin "üst kademedeki yetkili komutanlar veya devlet adamları" karar versin? Bu Müslümanın savaş karşısında kendine mahsus duygusu, düşüncesi ve tabii özgür iradesi olamaz mı? Görüyorsunuz pek çok soru.... Ben Prof. Beyaz'ın bu açıklamalarını "İslamın militarizasyonu" şeklinde okudum ve yorumladım. Haksız mıyım?
Çoşkun Kırca nihayet "Göklerden gelen bir ses"i de duydu!
"Göklerden gelen ses", Çoşkun Kırca'nın (Akşam) 13 Ocak tarihli yazısının başlığı. Genelkurmay Başkanı'nın "kokteyl"deki konuşmasını değerlendiriyor. Kırca'nın yazılarına epeydir göz atmıyordum. Görüyorum ki, bu zaman zarfında epeyce yol katetmiş! Ve sonunda "Göklerden gelen bir ses" de duymuş. Acele edelim, "bir an önce" diyor. Neye mi acele edelim? Ama isterseniz bu az rastlanır yazının hakkını verebilmek için acele etmeyelim, yarını bekleyelim....
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |