|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Son günlerde, içeriyle ve dışarıyla ilgili birçok şey oluyor ve bunların hiçbirisinin siyasetin genel gidişatına yönelik etkileri ihmal edilebilir kadar önemsiz görünmüyor. Bazı muhitlerin yeni hükümetin reflekslerini anlayabilmek için sessiz ve yüzeysel davranışlarla geçiştirdikleri ilk ay, "balayı" olarak adlandırılmıştı ama şimdi böyle bir dönemin de hiç yaşanmadığı anlaşılıyor. Ak Parti iktidarının farklı güç odaklarını ürkütmemek için baştan beri sergilediği ultra-tolerans politikasına rağmen, daha 60. günde 28 Şubat'ın gündeme gelmesi de bunun, yani gerçekte iktidarla, iktidar karşıtı odakların bir balayı yaşamadığının delilidir. Gelişmekte olan bu tatsız olaylar, hiç şüphesiz iktidarın kusuru değildir ama olup bitenlerin öngörülebilir olduğu da inkar edilemez bir gerçektir.
28 Şubatçılara sefer görev emri!
Önce, durumu özetleyelim... Genelkurmay, 28 Şubat'ın devam ettiğini ilan etmiş ve YAŞ kararları ile başörtüsü konusunda koordinat belirleyerek, hükümete açıkça cephe almıştır. Bunu da bir benzeri 1997 yılında yine Genelkurmay tarafından tertip edilen, meşhur "brifing"lerin daha sofistike ve konsantre halini andıran basın resepsiyonu yoluyla yapmıştır. O dönemde asker lokomotifinde yürüyen "asker-medya-iş dünyası-bürokrasi-Çankaya ittifakı"nın en önemli ayağı olan medya, nazik bir davetle yeniden göreve çağrılmıştır. YÖK Başkanı'nın lakilik adına sergilediği ve başında bulunduğu kurumun içler acısı halini perdeleyip, üzerine vazife olmayan konuları içeren sertliğe varan tutumu ile Cumhurbaşkanı'nın artık bir sır olmayan anti-Ak Parti refleksleri de bunlara eklenmelidir. Bunların yanısıra TÜSİAD'ın dün, iç politikadan dış politikaya kadar sözümona hükümete yol göstermek adına ama gerçekte Ak Parti'yi köşeye sıkıştırmak için yaptığı gösteri de anlamlıdır. TÜSİAD'ın da üslubunda görüldüğü gibi, hükümeti kararsız ve daha da ötesi ne yaptığını bilmeyen bir koordinasyonsuzlukla suçlayan rüzgar estirilmeye çalışılıyor. Ne TÜSİAD, ne asker ve ne de diğer muhalif unsurlar, hükümetin Irak'ta bir operasyona karşı çıkabileceği ve bunu geciktirmek için ayak sürümekte olduğunu hesaba dahi katmıyorlar. Hükümetin gösterdiği tolerans, bu mahfillerde karşılık bulmuyor. Karşılık bulmak şöyle dursun, bu bakış açısı Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanı'nın Irak seyahatini de bir çırpıda, Erbakan'ın "Libya faciası"na dönüştürüyor.
ABD'nin baskısını fırsat bilmek
İçerdeki bu tablodan daha önemli olan Ak Parti'nin, Irak sorunu gibi bütün dünyanın başına bela bir politik problemle uğraşırken, bir T.C. hükümetinin muktedir olabilme sınavının baraj sorusu olan AB ve Kıbrıs gibi iki önemli meseleyi de aşmak zorunluluğudur. Bu noktada, ABD'nin Irak'a müdahale adına Türkiye'ye yaptığı pres Ak Parti hükümetinin güvenliğini tehdit edebilecek noktaya doğru ilerlemektedir. Washington'un dünyayı Amerika'nın çıkarlarından ibaret gören yaklaşımı, Türkiye'nin tek parti gücüyle sıçrama yapabilme potansiyeline yönelik ciddi bir tehdittir. Ülkedeki muhalif unsurlar da, hükümetin Irak sorunundan hem kamuoyuna karşı yaralı, hem de ABD ile müttefikliği kaybederek çıkması için keyifli bir beklentiyle el oğuşturmaktadır. TÜSİAD Başkanı'nın sarfettiği, "Tarih önünde sorumluluk, her durumda hükümete ait olacaktır" cümlesinde de bu beklenti saklıdır. Şunu da unutmamak gerekir ki, hükümetin dış politikada karşı karşıya bulunduğu zorlukları içeride siyaset tanzimatı için fırsat görenler sıradan güçler değildir. Sıradışılıkları ise güçlerinden menkul değildir, arkalarındaki mücadele ve "darbe" tecrübesinden gelmektedir.
Ak Parti kadrolarının tecrübesi
Ama bu durum, aynı zamanda Ak Parti için de bir avantajdır. Çünkü işbaşındaki kadrolar, 28 Şubat'ı bütün ayrıntılarıyla yaşamış, görmüş, tanımış ve sıkıntılarını bütün hücrelerine kadar hissetmiş insanlardır. Toplum da onlara, bir iktadara nasip olabilecek en büyük gücü aktararak arka çıkmıştır. Yani, demokrasiyi yerleştirmek ve illegal siyaseti kovmak için gerekli tecrübe ve güç, bugün Ak Parti'nin tüzel kişiliğinde bir araya gelmiştir. Böyle olduğu için de herkesin zihninde, siyasete, sivil topluma, halk iradesinin tecellisine yönelik her türlü anti-demokratik hamlenin, hükümet tarafından aşılacağı beklentisi yerleşmiştir. Kitleler, başarısızlık, yılgınlık ve yenilgiyi bu hükümete yakıştıramamaktadır. Kendisini hedef alan güç ne kadar donanımlı olursa olsun; hükümetin bunu püskürtüp millet iradesini hakim kılması beklenmektedir, beklenecektir. Bununla bilikte, büyük ihtimalle bu güç karşısında gerilemenin sözgelimi RP ya da FP'de olduğu gibi siyasi rantı olmayacak; her kayıp Ak Parti'yi "mağdur" değil, "mağlup" yaftasına mahkum edecektir. Ak Parti, hem kendisi hem de temsil ettiği kitleler adına muarızlarına galebe çalacak beceri, tecrübe ve Meclis gücüne sahiptir. Bunu da mutlak surette başarmalıdır. Zira, toplum bu sürecin bir benzerini yaşamayı asla istemeyecektir. Biz de 28 Şubat'ta bu sütunlara dökülen ve arkası kesilmeyen o direniş yazılarını tekrarlamaktan hiç hoşlanmayacağız...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |